Serdar102 tarafından yazılan gönderiler

Lütfen Resim Paylaşımlarınızı Galeri Üzerinden Yapınız. Ek Dosya Yükleme İptal Edilmiştir..

Bizimle Paylaşmak İstediğiniz Resimlerinizi Galeri Dışında Link Olarak Vermek Yasaktır. Galeriye Nasıl Resim Yükleneceğini Bilmiyorsanız Lütfen Konumuzu İnceleyin Buradan Açtığımız Konuyu Ziyaret Edebilirsiniz.

    SAVAŞ KAHRAMANI ATATÜRK

    Dünyanın gelmiş, geçmiş

    En büyük savaş kahramanı

    Kimdir diye sorsalar

    Mustafa Kemal Atatürk derim.

    * * * *

    Dünyanın merkezi konumundaki

    Anadolu'da, binlerce yıldır

    Yüzlerce medeniyet gelmiş, geçmiş

    İki binli yıllarda Anadolu'da yaşayan insanlar,

    Bu medeniyetlerin kaçta kaçını biliyor?

    * * * *

    Dünyanın pek çok ülkesinden

    Daha fazla nüfusa sahip İstanbul

    28-9-2021 tarihi itibarıyla 16 milyon

    Kazdıkça altından medeniyet çıkıyor.

    * * * *

    Dünyanın en büyük medeniyet

    Başkenti İstanbul'dur.

    Zamanın durduramadığı

    Saatlerin sessiz çaldığı İstanbul.

    * * * *

    İstanbul'u ilk fethedeni herkes biliyor

    İstanbul'u ikinci kez fetheden Atatürk'tür.

    İstanbul bir daha düşman eline geçmemeli

    İstanbul özgür olmalı, Türk olmalı.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

    -----------------------------------------------------

    ATATÜRK'TEN YANA TARAFIM

    Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti'ni kurduktan sonra

    Asıl savaşımız şimdi başlıyor, dedi.

    Ağaçları kesmedi, bataklıkları kuruttu

    Yeni tarım alanları ortaya çıktı

    * * * *

    O zamanlar Anadolu'da

    40 bin tane köy vardı

    Köylülere tarla, bahçe verdi

    Köylü, buraları ekip biçti

    Aç karnını doyurdu, mutlu oldu.

    * * * *

    Yollar, köprüler yaptı

    Fabrikalar kurdu

    Buralarda binlerce işçiye

    İş imkanı sağladı

    * * * *

    Modern ve çağdaş okullar açtı

    Öğrencilerin geleceğe yönelik

    Bilgi ve beceriyle donanmasını sağladı

    Bilimin ve aklın çizgisinden ayrılmadı.

    * * * *

    Atatürk'ten yana tarafım

    Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde

    Yaşayan herkesi Türk olarak kabul eder

    Türk şereflidir, onurludur

    Vatanına ihanet etmez.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

    --------------------------------------------

    BİZ MUSTAFA KEMAL'İN ASKERLERİYİZ

    Gelecek nesiller

    Rahat etsinler diye

    Çanakkale'deydik.

    * * * *

    Çanakkale'ye gelip

    Evine, köyüne geri dönemeyen

    Çanakkale'ye gelip

    Kimi bir gün

    Kimi bir buçuk yıl

    Ömür törpüleyen

    Yarı aç, yarı tok

    Bazen tam aç

    Kahramanca savaşan

    Düşmana geçit vermeyen

    Canını dişine takan

    Sadece kazanmayı düşünen

    Türk Askerleriyiz.

    * * * *

    Biz binlerceydik

    On binlerceydik

    Yüz binlerceydik

    Çoğumuzun adını kimse bilmedi

    Hayatımızı bir kurşuna

    Bir bombaya satmadık

    Direndik, yıkılmadık, yenilmedik

    Bizi yenmek isteyenleri ezip geçtik.

    * * * *

    Biz Mustafa Kemal'in askerleriyiz

    O, gelmeden önce siperleri gerilere

    Daha gerilere kaydıran

    O, geldikten sonra zafere

    İmza atan Türk askerleriyiz.

    * * * *

    Alman komutan Liman Von Sanders gitti

    Yerine Türk komutan Mustafa Kemal geldi

    Topçulara ateş etmeyin, bekleyin, diyen

    Alman komutan gitti

    Ateş, ateş diyen Mustafa Kemal geldi.

    * * * *

    Mustafa Kemal İngiliz gemilerini

    Çanakkale Boğazı'nın

    Karanlık sularına gömdü

    Anadolu'nun Türk yurdu

    Olmasını istemeyen

    İngilizlere dersini verdi.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

    ---------------------------------------------

    KARA KALPAKLI ATLI

    Karşıdan gelen bir atlı

    Atlı kara kalpaklı

    Bakışları pek dertli

    Çehresi çok sertti.

    * * * *

    Atlı geldi, attan indi.

    Bendeki merak dindi.

    Beynimdeki düşman sindi.

    Çünkü gelen bir dosttu.

    * * * *

    Ben O'nu tanıyordum.

    Her an adını anıyordum.

    Mustafa Kemal diyordum.

    Mustafa Kemal Atatürk diyordum.

    * * * *

    Atatürk beni tanımadı.

    Sen de kimsin böyle, diye sordu.

    Gelecekten geldiğimi söyledim.

    Tarih 11-10-2020 dedim.

    * * * *

    " Demek 100 yıl sonrasından geldin.

    Dur, hiç boşuna konuşma

    Beni tanıdın, kim olduğumu biliyorsun

    Türkiye Cumhuriyeti'nde yaşıyorsun. "

    * * * *

    Evet, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım.

    Bundan gurur duyuyorum.

    Önderim, liderim de sensin

    Seni yere- göğe sığdıramıyorum.

    * * * *

    " Demek başardım, bunu biliyordum.

    Türkiye Cumhuriyeti kurulacak diyordum.

    Yedi değil, yetmiş düvel gelse de

    Zafer kazanacağımdan emindim.

    * * * *

    İçerideki düşman dışarıdakinden hırslı

    Özgürlük ateşini söndürmekte kararlı

    Padişahtan umudunu kesen herkes

    Benim hür bayrağım altında toplanmalı.

    * * * *

    Ben Anadolu'nun Türk Yurdu olmasında kararlıyım.

    Bunun için gereken ne varsa yapacağım.

    Planlarımı zafer üstüne kurgulayacağım.

    Baskı altındaki milletlere örnek olacağım. "

    * * * *

    Sen çok yaşa emi yüzyılın savaşçısı

    Anadoluyu işgal etti, düşman ordusu

    Yoktur Türk Askeri'nde düşman korkusu

    Çoktur düşman askerinde Mustafa Kemal korkusu.

    * * * *

    Kara kalpaklı atlı

    Topuktan gelen bir selam verdi.

    Atına atladığı gibi

    Doludizgin uzaklaştı.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

    MUSTAFA KEMAL ÇANAKKALE'DE

    Mustafa Kemal, Çanakkale'ye geldiği zaman

    Bombalar sağda, solda patlıyordu

    İngiliz gemileri

    Dakikada 60 bomba atan toplarıyla

    Siperlere nefes aldırmıyordu.

    * * * *

    O anda bir aslan kükremesi duyuldu

    Bu ülke sahipsiz değil diyordu

    Bizden sonrası karanlık diyordu

    Hücum diyordu, korkmayalım diyordu.

    * * * *

    Anzaklar, sabaha karşı

    Çanakkale'ye çıkartma yapıyordu

    Sabahın 4 buçuğunda

    Onları orada bekleyenler vardı

    Sağ elinde şimşek, sol elinde yıldırım

    Sağ elinde kılıç, sol elinde tabanca

    Sağ elinde Anadolu, sol elinde Trakya

    Mustafa Kemal ve Türk Askeri

    Aç, tasır, savaştılar, yenilmediler

    Yendiler, zafer kazandılar.

    * * * *

    Karanlık varsa aydınlığa koşacaksın

    Aydınlıktaysan karanlıktan korkmayacaksın

    Kötüden, zalimden kaçmayacaksın

    Özgürlüğün için, savaşacaksın

    Sessiz durursan, yerinde oturursan

    Zalimin zulmüne dur demezsen

    Beynindeki prangaları söküp atmazsan

    Gelecek yıllar sana acımaz.

    * * * *

    Haydi, benim de, ben liderim de

    Lider olmak için, çaba sarf et

    En önde sen ol, en önde sen koş

    Türk Halkı'nın peşinden geldiğini göreceksin.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

    ---------------------------------------------------------

    ATATÜRK VE DÜNYA TARİHİ

    Dünya tarihini

    Yeniden yazmak isterdim

    Kalem elimde, kağıt önümde

    Hiç bir tehdide bağlı kalmadan

    Özgün düşünme yeteneğimi kullanarak

    Dünyadaki yaşamı kurgulamak isterdim.

    * * * *

    Vatan savunması hariç

    Komşu ülkelere saldıran

    Kralları, şahları, padişahları

    Devre dışı bırakarak

    Dünya tarihini

    Atatürk ile aydınlatmak isterdim.

    * * * *

    Atatürk vatanını savundu

    Düşmanlara karşı koydu

    Yurduna saldıran düşmanlara

    Biz bu sınırlar içinde

    Özgür ve bağımsız yaşamaktan başka

    Bir şey istemiyoruz, dedi.

    * * * *

    Düşmanlar, bunu kabul etmedi

    Baskısını artırdı

    Dört bir yandan Anadolu'ya saldırdı

    Atatürk, Türk Halkı'yla tek vücut oldu

    Savaştı ve galip geldi

    Anadolu'yu düşmanlardan temizledi

    Yepyeni bir devlet kurdu.

    Adı: Türkiye Cumhuriyeti.

    * * * *

    Türkiye Cumhuriyeti

    Sınırları içinde yaşayan herkes

    Atatürk'ü sever ve devrimlerine sahip çıkar

    Sadece gerçeklere inanır

    Atatürk gerçeğini kabul eder

    Beyninde bir ışık yakar

    O ışığın önderliğinde

    Kültür yolunu aydınlatır

    Yeni nesil insanlara yaşam sunar.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

    -----------------------------------------------

    ATATÜRK GELDİĞİ GİBİ GİTTİ

    Sen bu yurdu kurtardın

    Türkiye Cumhuriyeti'ni kurdun

    Tarihe ismini

    Altın harflerle yazdırdın, diyerek,

    Bir marş söylüyordum.

    * * * *

    Birden odanın ortasına

    Bir bomba düştü

    Ortalığı toz-duman kapladı

    Göz gözü görmez oldu.

    * * * *

    Ben askerde havancıydım

    Bombalara alışıktım

    İleri gözetleyiciydim

    Belimde kasatura

    Elimde telsiz, göğsümde dürbün

    Havan atışı yaptırmak için,

    Dağa, tepeye çıkardım

    Havan ile hedefin uzaklığını

    Hesap eder, ikinci atışta

    Hedefi 12'den vururdum.

    * * * *

    Tepemden bombalar geçerdi

    Ben bombadan korkmam

    Bomba benden korkar, derdim.

    Ben Türk Askeri'yim.

    Türk Askeri hiçbir şeyden korkmaz.

    * * * *

    Dediğim doğru çıktı

    Türk Askeri korkmadı

    Odanın ortasına bomba düştüğünde

    Oturduğum yerden ayağa kalktım

    Her türlü saldırıya hazırdım.

    * * * *

    Göz gözü görmeye başladığında

    Odanın ortasında bir kahraman belirdi

    Ben bu kahramanı çok iyi tanıyordum

    O kahraman Mustafa Kemal Atatürk

    Bunu biliyordum.

    * * * *

    Atatürk sağa- sola bakındı

    Benden başkasını göremedi

    Sen kimsin, adın ne,

    Bugünün tarihi nedir, diye sordu.

    * * * *

    Ben Serdar Yıldırım,

    Bugün 29-Mayıs-2021 dedim.

    * * * *

    Atatürk: Türk Askeri bombadan korkmaz

    Türk Askeri yenilmez

    Türk Askeri esir düşmez

    Türk Askeri galip gelir

    Yurduna saldıran düşmanlara karşı koyar, dedi.

    * * * *

    Odanın ortasına bir bomba daha düştü

    Ortalığı toz-duman kapladı

    Göz gözü görmez oldu

    Atatürk geldiği gibi gitti.

    * * * *

    Bir saat kendime gelemedim

    Odanın ortasında dört döndüm

    Ben kendimi gerçek sanırdım

    Atatürk gerçeği karşısında

    Hayal bile değilmişim.

    * * * *

    Şimdilerde Anadolu'da

    Atatürk, en büyük önder ve lider

    Türk insanı vatanını çok seven

    Atatürk'e minnettar.

    SON

    --------------------------------------------------

    TÜRK DEVRİMİ

    Devrim, karanlığın yok olması

    Aydınlığın başlamasıdır

    Devrim, yeniliklere ayak uydurmak

    Çağdaşlaşmak, medenileşmektir.

    * * * *

    Yüzyıllar ötesinde kalmış fikirler

    Zamanla geçerliliğini kaybeder

    Yeni düşünceler ortaya çıkar

    Bu değişim sonsuza dek sürer.

    * * * *

    Büyük Vatan Şairi Namık Kemal

    Millete hizmet yolundan asla vazgeçmedi

    Magosa zindanlarında bile

    Vatana hizmetten bahsetti.

    * * * *

    1840-1888 yılları arasında

    Dünyadan bir Namık Kemal geçti

    Atatürk, lise yıllarında Namık Kemal'in

    Fikirleri beni çok etkilemiştir, dedi.

    * * * *

    Atatürk'e göre, Türkiye Cumhuriyeti

    Sınırları içinde yaşayan herkes Türk'tür.

    Bu cumhuriyette yaşayanlar

    Türklüğüyle övünmelidir.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

    KERTENKELENİN HAYALİ

    Büyük Sahra Çölü’ nün ortalarına yakın bir yerde, uçsuz bucaksız kum yığınlarının arasında bir kertenkele yaşıyordu. Gündüzleri kızgın güneş ışınları altında yiyecek aramaya çıkmak çok zor olduğu için daima geceleri ortalık serinleyince yuvasından çıkardı. Yuvası da birkaç büyük kaya parçasının arasındaki kuytu, gölgelik, loş bir yerdi. Bir gece hava kararır kararmaz yine yiyecek aramaya çıktı, fakat saatlerce dolaşmasına karşın hiç yiyecek bulamadı. Açlık onu güçsüzleştirmişti. Gücü giderek azalıyordu, çok yorulmuştu. Artık yuvasına geri dönemezdi, çünkü hava aydınlanmaya başlamıştı ve yuvasından oldukça uzaklaşmıştı. İleri, daha ileri gitmeliydi ve mutlaka yiyecek bir şeyler bulmalıydı.

    Öğle vakti olmuş ve güneş kertenkelenin tam tepesindeydi. Sıcaklık elli dereceye çıkmış ve kumlardan buhar çıkıyor gibi görünüyordu. Dayanılır gibi değildi. Çöl bir fırın halini almış ve güneş ışınları ortalığı kasıp kavuruyordu. Kertenkele güneşi, sıcaklığı unutmuş sadece yiyecek arıyordu. O, şimdi gündüzü gece zannediyordu. Sanki hava serindi ve bu serin gece bitmeyecekmiş gibi sürüp gidecekti. Kertenkele için gündüz gece olmuştu, gündüz geceleşmişti. Kertenkelenin tersi dönmüştü, bu bir ters dönmesiydi. Gözleri yarı kapalı vaziyetteydi ve gözlerinin önünde bir takım hayaller uçuşuyordu. Bu hayallerin ona yararı dokunabilir miydi? Gövdesini usulca kumların üzerine bıraktı, gözlerini kapadı. Kertenkele pek çok hayalin içinden bir tanesini seçip, o hayali kurmaya başladı.

    Geniş bir dere yatağının ortasından incecik, az bir su akıyordu, dağlardan ovaya doğru. Tam sınırda küçük çağlayan vardı ve küçük çağlayandan geçen su ovaya ayak basıyordu. Hemen ilerideki ormana giren su ağaçların arasında uzun süre yol aldıktan sonra kayboluyordu, ama kuru dere yatağı ormandan çıkıp devam ediyordu taa çok uzaklardaki denize kadar. Aylardan eylül, mevsim yaz, iki aydır yağmur yağmamıştır. Ormandaki ağaçlar suya hasret kalmışlardır. Her ağaçtan bir ses, bir feryat, hepsi küçük çağlayandan şikayetçi. Küçük çağlayan ise ormandaki ağaçlara laf yetiştirmekle meşgul, altta mı kalacak, zaten suçsuz, dağlardan dere yatağına inen su çok azsa bunun küçük çağlayanla ne ilgisi var? Küçük çağlayan ne yapsın iki aydır yağmur yağmadıysa? Bu kısır döngü bir ay kadar devam ettikten sonra sonbahar yağmurları başladı. Günlerce süren yağmur dere yatağını giderek dolduruyordu. Küçük çağlayanın üzerinden aşan su ormana doğru akıp gidiyordu. Eğer yağmur böylesine şiddetle bir süre daha yağmaya devam ederse, dağlardan sel gelebilirdi. Sel gelmese bile dere yatağındaki su taşacak ve ormana zararı dokunacaktı. Bu iki ihtimali göz önünde bulunduran küçük çağlayan bir baraj yapımına girişti. Çabucak barajın yapımını tamamladı ve dağlardan gelen suyu kontrol altına aldı.

    Günlerdir yağan yağmur ormandaki ağaçları suya doyurmuştu. Dereden de bol su geliyordu ormana kana kana içiyorlardı. Küçük çağlayan baraj yapmaya başladığında önce şaşırdı, ormandaki ağaçlar: “ Bu niye baraj yapıyor böyle? Ne olacak oraya baraj yapıp da? “ demeye başladılar. Sonra kızdılar. “ Küçük, bırak gelsin su, kısmetimizi engelleme. Çek, yık o barajı, başka işin yok mu senin? “ diyerek atıp tuttular. Küçük çağlayan baraj yapmaktaki amacını şu şekilde açıklıyordu: “ Buralara bir yağıyorsa dağlara beş yağıyordur. Onca su dağlarda kalmayacak mutlaka ovaya inecektir. Gelen su çok olursa sel gelir. Bana bir şey olmaz, zararı sizedir. Bu baraj seli durdurur, sele set olur. Ben de fazla suyu azar azar ovaya bırakırım. Eğer böyle olursa hiç biriniz selden zarar görmezsiniz. “

    Sonunda sel geldi. Günlerdir yağan yağmurun biriktirdiği büyük su kütlesi korkunç gürültüyle gelerek baraja takıldı. Küçük çağlayanın yaptığı baraj işe yaramış ve seli durdurmuştu. Fakat barajın arkasındaki suyun basıncı gitgide artıyordu. Küçük çağlayan barajın yıkılmasını önlemek için sonsuz gayret sarf ediyordu. Bir taraftan suyu kontrollü olarak ovaya bırakırken diğer taraftan barajın yıkılan yerlerini tamir ediyordu. Ormandaki ağaçlar ise küçük çağlayanın ne yapmak istediğini anlamak şöyle dursun atıp tutmalarının dozunu arttırarak hakaret etmeye başladılar. En nihayet sel küçük çağlayanın barajını yıkamadı ama onu yıkan bu hakaretler oldu: “ Alın bakalım basmakalıpçılar. Çekiliyorum aradan. Bırak gelsin su diyordunuz. Alın suyu doya doya yıkanın “ Küçük çağlayan aradan çekilince baraj yıkıldı. Sel suları ormandaki ağaçları kökünden söküp sürükledi, götürdü.

    Kertenkele kurduğu hayal bitince gözlerini açtı. Gece olmuş, ortalık serinlemişti. Yattığı yerden doğrulup yürümeye başladı. Yuvasından uzak düşmüştü ama oraya varacağını biliyordu, çünkü kendisini oldukça zinde hissediyordu. Bu durum ne kadar devam ederdi bak işte onu bilmesine belki de imkan, ihtimal yoktu. O zaman bu sahte canlanmaya pek güvenilmezdi. Bir an önce yiyecek bulup karnını doyurmalıydı. Kertenkele yuvasına varıncaya kadar birkaç yerde yiyecek bulup karnını doyurdu. Yuvasının bir köşesine yattığında neredeyse sabah olmak üzereydi. Nasılsa güneş yine ortaya çıkacak ve çöl dayanılmaz şekilde sımsıcak olacaktı. Güneşin kertenkeleye artık bir zararı dokunamazdı.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

    BU MASALIN BULUNDUĞU KİTAPLAR:

    Kertenkelenin Hayali - Serdar Yıldırım - Sıradışı Yayıncılık - Yayın Yılı: 2011 - 16 Sayfa

    Eğlendiren Masallar - Karaca Yayınları - Sayfa: 20-31

    Sihirli Masallar - Bilgi Yayınevi- Yayın Yılı: 2009 - Sayfa: 254-257

    İnternetten bulup alıyorlar. İşin parasal yönü yoktur. Benim amacım, okuyucuya güzel eserler sunmaktır.

    İNSAN YİYEN BİTKİ

    Güneş Otel sahibi Ali Bulut otelin bahçesine büyük bir sera yaptırmış ve bu serada tropikal bitkiler yetiştiriyordu. Afrika’dan getirilen et yiyen bir bitki vardı ki, Ali Bulut, onun dört yıldır bir santim bile büyümediğinden yakınırdı. Et yiyordu, balık yiyordu ama büyümüyordu. Aslında bitkinin büyümesi gerekti ve büyüyordu. Öylesine büyümüştü ki, boyu yirmi metreyi geçmişti ama Ali Bulut bunu görememişti. Bitki yukarı değil, aşağı boy atıyordu. Gövde toprak altındaydı. Görünen beyindi. O beyin birkaç ay sonra inanılmaz büyüklükteki gövdeyi harekete geçirecek, bitki insan yiyen bir canavara dönüşecek ve şehrin altını üstüne getirecekti.

    Aradan birkaç ay geçti. Yaz günüydü. Bitki kıpırdanmaya başladı. Beyin giderek yükseliyor ve gövde toprak altından çıkıyordu. Seranın dört metre yüksekliğindeki tavanına çarpan beyin gövdeye yakın kökleriyle serayı kaldırarak Güneş Otel’e fırlattı. Otelin ikinci katının bazı camları kırıldı. Ne oluyor diyerek pencerelere koşan insanlar bahçedeki dev bitkiyi gördüler. Devamlı olarak daha uzun ve kalın kökler topraktan çıkıyordu. Korkuya kapılan insanlar otelin çıkış kapısına ve yangın merdivenine hücum ettiler. Bu insanlardan çoğu kökler tarafından yakalanarak kuyu biçimindeki ağza atıldılar. Bitki insan yedikçe büyümesi hızlanıyordu. Bitkinin kökleri şehrin başka yerlerinde topraktan çıkarak insanları yemeye ve evleri yıkmaya başladı. Koşarak kaçan veya arabasına binerek şehri terk eden insanlar çoktu. Bir saat sonra ise, şehirde kimse kalmamıştı. Şehrin çevresi askeri birlikler tarafından sarılmıştı. Askeri birlikler insan yiyen bitkiye binlerce kurşun ve bomba attılar. Gelen bir emir üzerine ateş kesildi, çünkü insan yiyen bitkiye bunlar tesir etmiyordu.

    Ali Bulut bir haftadır kaçakçılık anlaşması yapmak için yurtdışındaydı. Olayı televizyon haberlerinden öğrenince özel uçağına atladığı gibi geldi. Bir aralık yardımcısına: “ Kızdığım zaman köse bitki diyordum. Şuna istediğimi yaptırabilirsem dünyaya hakim olurum. “ Ali Bulut komutandan izin alarak asker kordonunu aştı: “ Canım, yavrum benim. Ben geldim, bak baban geldi. Çok insan yemişsin ama beni yeme. Ben seni et ve balıkla besledim. “ Ali Bulut hem konuşuyor hem de kökler arasından yürüyordu. Kökler uzun süre ona dokunmadı ama gövdenin yanına gelince yakaladılar. Ali Bulut bağırmaya başladı: “ Dur, beni bırak. Bütün servetim senin olsun. Milyarlarım senin olsun. “

    İnsan yiyen bitki ilk kez konuştu: “ Hangi senin servet, hangi milyarlar? İnsan sağlığına zararlı maddeler satarak, kaçakçılık yaparak, onun bunun hakkını çalarak zorla sahiplendiğin paralar. Senden nefret ediyorum Ali Bulut, artık parayı unut. Bak ağzıma, dışarıdan belli olmuyor ama içerisi çok sıcaktır. Bundan sonra kötülük yapamayacaksın.” İnsan yiyen bitki Ali Bulut’u yedikten sonra yarım saat geçti. Onu durduracak kuvvet yoktu. İstese köklerini ayak gibi kullanıp çok uzaklara gidebilirdi. Nedeni bilinmez bir şekilde hareketsiz duruyordu.

    Bitki uzmanı, tropikal bitkiler üzerinde araştırma yapmakta olan bir bilim adamı, komutanın yanına gelerek, insan yiyen bitkiyi zararsız hale getirebileceğini söyledi. Şişedeki ilaç iğneyle bitkiye şırınga edilirse, bitki ölürdü. Komutandan izin alan bitki uzmanı elindeki iğneyle insan yiyen bitkinin köklerine yaklaşmaya başladı. Köklerin yanından geçerken aniden dönerek iğneyi köke sapladı ve ilacı şırınga etti. Bitki uzmanı daha sonra iğneyi yere atarak yürümeye devam etti. Geri dönüp kaçsa hemen yakalanırdı. Bunu biliyordu. O zaman insan yiyen bitkiyi şüphelendirebilir ve bitki durumu anlarsa ilaçlı kökü koparıp atar ve kendini mutlak bir ölümden kurtarabilirdi. On dakika sonra insan yiyen bitkinin gövdesi sarsıldı ve ağzından ahh diye bir feryat işitildi. Kökler titremeye başladı. İlaç beyine ulaşmıştı. Artık kurtuluşu yoktu. Ölüm gelmişti.

    “ Ben, dedi, insan yiyen bitki, belki yanlış yaptım gibi gözüktü sana ama doğrusu buydu. O insanların ölmesi lazımdı. Özellikle Ali Bulut’un. Diğer ölenler de onun adamlarıydı. Şehri dört koldan sarmıştı Ali Bulut’un çetesi. Onları öldürdüm, onların evlerini yıktım. Hepsi kötü insandı. Bir tek iyi insanın canına, malına zarar vermedim. Askerler ezilmesin diye şehri terk etmedim. Seni gelirken gördüm elinde iğne vardı ama o iğnenin beni öldürebileceğini düşünemedim. Her neyse böylesi daha iyi oldu, tabii kötüler için. Neden var olduğum anlaşılsa ve bana yardımcı olunsa insanlar arasında zararlı olanları ayıklardım. Sessizce yer altından sokulur, konuşmaları duyar ve onları yakalardım. “

    İnsan yiyen bitki daha fazla konuşamadı. İlaç, onun beyinsel fonksiyonlarını durdurmuştu. Ölmüştü. Bitki uzmanı ise yaptığı hatayı anlamış ve dizlerinin üstüne çökmüştü. Ağlıyordu.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

    ATATÜRK'ÜN ÇOCUKLUĞU: CİVCİVLER HOROZ OLDU

    Dayımın çiftliğinde günler birbiri ardına geçip giderken, bir gün dayım torba dolusu civcivle çıkageldi: Koş Mustafa koş, bak sana civciv getirdim. Onları besle, büyüt, dedi. Ben bir sandalyeye oturdum. Saydım, civcivler on taneydi. Makbule ile Naciye civcivleri besleyip büyütmeme yardımcı olacaktı.

    Geçen günlerle birlikte civcivlerin azalmaya başladığını fark ettim. Çiftliğin bahçesinde dolaşan bir kedi vardı ve civcivleri o kapıyordu. Çiftliğe geldikleri ilk gün orta yere bıraktığımızda dört civciv yanıma geliyordu. Beni tercih etmeyenler, Makbule ile Naciye'nin yanına gidiyordu. Kedi onların civcivlerini yedi. Bana inanan dört tanesini büyüttüm. Hepsi horoz oldu.

    --------------------------------------------------------------------------

    ATATÜRK'ÜN ÇOCUKLUĞU: EVCİLİK ANISI

    Çocukluk çağında yaşadığım unutamadığım anıların başında evcilik anısı vardır. Selanik'te sekiz on yaşları arasında komşu kızları evlerinin önüne kilim serer ve evcilik oynardı. Türk çocukları değil ama ermeni ve rum çocukları bunlara rahat vermez, tepelerine dikilir, alay ederdi. Ermeni Krikor: Vay Fatoş, kurmuşsun evini, bakarsın rahatına. Şu kıza çocuğum dersin, yoktur bunun babası?

    Rum Yorgo: Olurum ben o çocuğa baba. Yeter ki kapın açık olsun.

    Fatoş, sonunda alaylardan bıkmış ve evcilik oyununa bir baba aramış. Sonunda beni buldu. Olanları anlattı. Biz evcilik oynarken, baba olur musun, dedi. Ben hiç düşünmeden evet dedim. Olaylar gözümün önünde cereyan ediyordu ve görünen köy kılavuz istemezdi.

    Ertesi gün Fatoşların evinin önüne kilim serilmişti. Temsilde anne Fatoş ve iki kızı yemek yapıyordu. Ben kilimin ortasında oturuyor ve baba rolündeydim. Ermeni ve rum çocuklar gelip geçiyor ve bana bakıyorlardı. O gün tek laf atan, ileri geri konuşan olmadı. Selanikli Mustafa derlerdi bana. Sonraki günlerde çağırdığı zaman Fatoş'un yardımına koştum. Baba rolü oynadım. Bu zaman süresince sataşma olmadı. Ermeni ve rum çocuklar, dilleri damaklarına yapışmış vaziyette geçip gittiler.

    --------------------------------------------------------------------------

    DÜŞMANIM ÇOK ŞU ANDA

    İki yaşındaki Mustafa abisi Ahmet ile Selanik'in toprak sokağında gidiyordu. Şu temmuz sıcağında deniz kıyısı en iyi yerdi. Ege denizi, adaları çok olan prima bir yerdi. Görkemli bir dev, adadan adaya ayak basar, ayağını suya değdirmeden Girit'e ulaşırdı.

    Ortaçağ kalığı zihniyete bel bağlamadan, özgün fikir üreten Selanik'in yıldız çocukları, atılım içindeydi. Aralarında tartışma oluyordu. Bugünkü konuşmaların odak noktası: Dünya dursa ne olurdu? Birkaç saattir süren fikir ayrılıkları neredeyse kavgaya dönüşecekti ki, Ahmet ile kardeşi Mustafa ufukta göründü. Çocuklar, bunlar Ahmet ve Mustafa. Olayı onlara anlatalım, onlar ne derse kabullenelim, düşüncesinde birleştiler.

    Dünya dursa ne olur sorusuna Ahmet: Dünyadaki yaşam son bulur, dedi. Bak biz de öyle dedik, siz karşı çıktınız, diyenler sesini yükseltince tartışma giderek alevlendi. Bunun üzerine Ahmet, iki elini havaya kaldırıp teslim işareti çizdikten sonra herkes sustu. Ali şöyle dedi, Veli böyle dedi, demeyi bırakalım ve Mustafa'ya kulak verelim. Mustafa ne derse o olsun, tamam mı, deyince herkes tamam dedi.

    Ahmet: Mustafa dünya dursa ne olur? diye sordu.

    Mustafa: Dünya durmaz, döner, dedi ve bütün ağızlar açık kaldı.

    ---------------------------------------------------------------------------

    ATATÜRK'ÜN ÇOCUKLUĞU - ÇİĞDEM TOPLADIK

    Bir kış günü sabahı saat 8 sularında Zübeyde Hanım uyanmıştı. Sağa-sola bakındı. Ali Rıza Bey derin uykudaydı. Gümrük memuru olduğu için, geç yatmıştı çünkü ertesi gün tatildi. Öğleden önce kalkmazdı. Zübeyde Hanım çocukların odasına yöneldi. İki yaşındaki Mustafa yatağında uyuyordu. Abileri Ahmet ve Ömer yataklarında yoktu. Beyninden vurulmuşa döndü. Kim, neden yavrularını annesinden ayırırdı? Bu durum inanılmaz bir vurdumduymazlık değil miydi? Kim, ne isterdi bir çocuktan? Diğer odaya baktı. Bahçeye çıktı. Sarışın, mavi gözlüm dediği , canları Ahmet ile Ömer ellerinde birer toprak tencere olduğu halde geliyordu. Oğulları yanına gelince Zübeyde Hanım sordu: Sabahın körü yatağınızda yoksunuz. Bu tencereler de neyin nesi? Bunların içinde ne var?

    Ahmet: Anne, gece çiğ yağdı, biz de çiğdem topladık. Hani saksıdaki güllerim, sümbüllerim soluyor dediydin ya, biz de bu durumun önüne geçmek istedik.

    Zübeyde Hanım'ın izin vermesiyle oğulları saksılara çiğdem döktü. Aradan günler geçtikçe solmaya yüz tutan güller, sümbüller canlandı, çiçek açtı.

    -----------------------------------------------------------------

    GÜVERCİN YAVRULARI

    Ali Rıza Bey ile Zübeyde Hanım'ın oğulları Ahmet ile Ömer, Selanik'teki evlerinin bahçesinde geziniyordu. Bu bahçedeki ağaçlara nedense güvercinler daha çok konardı. İlkbaharın gelmesiyle birlikte güvercinler yumurtlar ve günler sonra yumurtadan yavrular çıkınca bunları besler, yavrular büyüdükten sonra yuvadan uçup giderdi. Ahmet ile Ömer bu durumu alkışlardı.

    Yıl 1883. Ahmet 9, Ömer 8 yaşında. Bir ilkbahar sabahı. Ahmet sabah erkenden kuş cıvıltılarına uyandı. Kardeşi Ömer'i uyandırıp birlikte bahçeye çıktı. Günlerdir takip ettikleri güvercin yuvasındaki 4 yumurtadan 4 yavru güvercin dünyaya gelmişti. Anne ve baba güvercin yavrularına yiyecek bulmak için, uçup gitti. Aniden gökyüzünde bir kartal belirdi ve dönerek alçalarak yuvanın başına kondu. Bir kaç dakika sonra yuvada yavru kalmamıştı.

    Ahmet ile Ömer bu durumu korku dolu gözlerle izledikten sonra eve kaçtı ve bahçe kapısını içeriden kilitledi. Tam doymayan kartal bahçe kapısına doğru hamle yaptı ve kapıya çarpıp yere düştü. Daha sonra uçup giden kartal bir daha oralarda görünmedi.

    ------------------------------------------------------------------------

    ATATÜRK'ÜN ÇOCUKLUĞU: İYİ YÜREKLİ KIZ

    Atatürk'ün ablası Fatma dört yaşındaydı. Bir bebeği vardı, onunla oynuyordu ama bu yetmiyordu. Canı çok sıkılıyordu.Mutfakta yemek pişiren annesinin yanına gitti. Anne, yanına geldim ama bana masal anlatmanı istemiyorum. Bana anlatacak bir hikayen var mı?

    Annesi: Aman kızım, ne demek? Sen iste yeter ki benim masallar kadar anlatacak hikayelerim de pek çoktur. Bir adam varmış, insanları çok severmiş. Fakirlere yardım etmek istermiş ama cebinde parası yokmuş. Ah, bir param olsa da şu dünyada fakir kalmasa, diye düşünürmüş. Bu adam sonunda altmış dört yaşına girmiş. Ben en azından bir bu kadar daha yaşarım, dermiş.

    Bir gün bu adam yol kenarından giderken, ilaç satan bir dükkanın önünden geçiyormuş. Orada çalışan tezgahtar on altı yaşlarında bir kızmış. Bu adama gülümsemiş ve selam vermiş. Adam da gülümsemiş ve kızın selamını almış. Aradan günler, aylar, yıllar geçmiş.

    Bir gün bu adam dağda, bayırda gezerken bir sandık altın bulmuş. Sandığı sırtladığı gibi evine taşımış. Zaman içinde altınların bir kısmını harcamış. Kalanı son nefesini vermeden önce iyi yürekli kıza bağışlamış. İyi yürekli kız altınların kimden geldiğini anlayamamış ama yıllarla altınları harcamış. Köşklerde yaşamış.

    Fatma: Anne, hikaye çok güzeldi, demiş. Mutfaktan çıkmış, odasına gitmiş. Acaba ben de günün birinde böyle bir sandık altın bulabilir miyim, diye düşüncelere dalmış.

    --------------------------------------------------------------------------

    ARKADAŞIM MUHAN Atatürk'ün abisi Ahmet 9 yaşındaydı.

    Selanik'te komşu kadınlar bir evde toplanmıştı. Aralarında güncel olayları konuşuyor ve dedikodu yapıyordu. Evin oğlu Muhan, Ahmet ve bir arkadaşı ayrı odada akılları yettiğince devlet yönetimi üzerinde fikir üretiyor, yorum yapıyordu. Ahmet, bu gidişat kötüdür, sonuç karanlıktır. Mutlaka aydınlığa çıkılması gerekir, diye anlatırken, Muhan sözünü kesti: Senin aklın kesiyor da yöneticinin aklı kesmiyor mu? O kadar yardımcısı var. Bunlar boşa mı kürek çekiyor? dedi.

    Ahmet: O ve onlar, bu durumu fark ediyordur ama önlemini almıyordur. Bu düzenin değişmesini istiyordur. Benim annem Türk ve ben yönetici olsam benim destekçim olurdu. Eğer annem fransız veya italyan olsa beni yanlış yönlendirirdi. Bilmem anlatabildim mi? dedi.

    Ahmet sözlerini bitirdikten sonra kısa bir sessizlik oldu. Diğer arkadaşı Muhan'a lavabonun nerede olduğunu sordu. İkisi birlikte odadan çıktı. Ahmet yalnız kalmıştı. Muhan'ın üstüne oturduğu minder Ahmet'in ve arkadaşının minderinden daha büyüktü. Ahmet minderini bırakıp Muhan'ın minderine oturmak istedi. Minderi kaldırdığında altında kağıt para olduğunu gördü. Anında minderin üstüne oturdu ve içini bir korku kapladı. Bu para kaybolursa ve sonradan sen aldın derlerse, ne yapardı? Korku dolu gözlerle hayata bakarken, iki arkadaşı az sonra geldi. Ahmet'in ağzını bıçak açmadı ve onlar gündelik konulardan konuştu. Daha sonra annesi Zübeyde Hanım odanın kapısını açıp, haydi Ahmet, gidiyoruz, dedi. Arkadaşları odadan çıkınca son bir kez minderin altına baktı. Para orada duruyordu. Gönül rahatlığı içinde odadan çıktı ve annesiyle birlikte eve doğru yürüdü.

    --------------------------------------------------------------------

    ATATÜRK'ÜN ÇOCUKLUĞU: GERÇEK BİR HİKAYE

    Atatürk'ün ağabeyi Ahmet masalları sevmezdi. Bire bin katılarak anlatılan ve çocukların hayal dünyalarını olumsuz yönde etkileyen masallardan hoşlanmazdı. Devler ve cüceler, dünyada bir zamanlar yaşamışlardı. Sen on metrelik bir devi bir buçuk metre boyundaki Keloğlan'a rakip olarak gösteremezdin. Annesi Zübeyde Hanım mutfaktayken, Ahmet geldi: Anne, gerçekten yaşanmış bir hikaye biliyorsan anlat yoksa konuşmasak da olur. Ben burada sessizce oturur ve senin yemek yapmanı ilgiyle izlerim, dedi.

    Annesi: Aman oğlum, sen iste, ben sana istemediğin kadar gerçekten yaşanmış hikaye anlatırım. Şu yaşadığımız zaman diliminde bir Mehmet Bey varmış. Bu Mehmet Bey'in buğday, arpa tarlaları, üzüm bağları, portakal, elma, armut bahçeleri bulunuyormuş. Hanımının adı Asiye'ymiş. Uzun boyluymuş. Asiye Hanım'ın da tarlaları çokmuş. Bunların Emin, Zehra, Remziye ve Recep adında dört çocuğu varmış. Emin zaptiye ( polis ) olmuş. Evlenmiş, çocukları olmuş. Zehra da evlenmiş. Damat bey Nurettin çok hayırlı biriymiş! Zehra'nın babası ve annesi ile sohbeti koyulaştırmış. Babam benim, canım annem ile başlayan afralı tafralı konuşmalarıyla Mehmet Bey ve Asiye Hanım'dan tapuları birer birer almış. Bunun üzerine Nurettin tarlaları, bahçeleri satmış ve lokantalarda, gazinolarda herkese yemek ve içki ısmarlamış. Lokantaların önüne masa, sandalye koydurmuş. Ali gel, Veli gel diyerek evine, işine gideni yolundan döndürmüş. Onları beslemiş.

    Aradan günler, aylar geçmiş. Paralar suyunu çekmiş. Mehmet Bey ve Asiye Hanım'ın elinde sadece bir buğday tarlası kalmış. Daha sonra bu damat İstanbul'a taşınmış. İki oğlu, bir kızı varmış. Ailesiyle birlikte uzun yıllar yaşamış. Sonradan hepsi aramızdan ayrılmış.

    O son kalan buğday tarlasının ortasına ekilmediği bir yıl adamın biri bir ev yapmış. Tarla sahipliymiş. Mahkeme olmuş, kadıya gidilmiş. Adam, boş tarla, ne bileyim, sahipsiz sandım. Yeter ki evimi yıkmayın, demiş. Mahkeme uzamış, gitmiş. Aradan uzun yıllar geçmiş. Nice kadılar, hakimler gelmiş, geçmiş. Mehmet Bey ve Asiye Hanım bu dünyadan göçünce mirasçıları olan çocukları ve torunları mahkemeye çağrılır olmuş.

    Ahmet: Anne, öyle bir hikaye anlattın ki benim dünyamı değiştirdin. Bambaşka bir Ahmet oldum. Şu an kendimi yüz yaşında hissediyorum. Yüz yıl daha yaşar mıyım, bilinmez. Sen böyle hikayeler aklına geldikçe bana anlat. Ben ilgimi senden esirgemem.

    SON

    Atatürk'ün Çocukluğu - Ezgi Yayınları - Yayın Yılı: Aralık 1994

    YOKSA SEN İNGİLİZ CASUSU MUSUN?

    Mustafa Kemal 1.5 yıl Çanakkale'de kaldı

    Kar, yağmur, çamur demedi, savaştı

    Anadolu'ya saldıran düşmanlara karşı koydu

    Yeni nesiller özgür ve bağımsız yaşamalıydı.

    * * * -

    İngiliz gemileri, siperlere binlerce bomba attı

    Nice canlar son nefesini verdiğini bilemedi

    Onlar biliyordu, Anadolu düşmana kalmaz

    Mustafa Kemal yalnız kalsa da düşmana teslim olmaz.

    * * * *

    Bombaların patlamadığı bir anlık zaman diliminde

    Zaman gezgini olarak Çanakkale'de olmayı düşledim

    Dileğim gerçekleşti, Türk siperlerindeydim

    Ben bir köşede otururken, Mustafa Kemal ayaktaydı

    Bombalardan korkmuyordu, bombalar O'ndan korkuyordu

    Pek çok bomba gidip uzakta patlıyordu.

    * * * *

    Mustafa Kemal beni fark etti, eliyle işaret etti:

    " Sen asker değilsin, ayağa kalk, kim olduğunu söyle?

    Yoksa sen İngiliz casusu musun? "

    * * * *

    Ayağa kalktım, selam verdim:

    Ben Serdar Yıldırım, gelecekten geliyorum

    Tarih 5-Eylül-2021 Pazar

    Türküm, Türk olmaktan gurur duyuyorum, dedim.

    * * * *

    " Demek 106 yıl sonrasından geldin

    İngiliz gemileri, Çanakkale'yi geçip, Marmara'ya giremez

    Burada zafer kazanmamız, Anadolu insanının gözyaşını silemez

    Anadolu insanı birlik olursa onları dünya gelse yenemez. "

    * * * *

    Bunun üzerine ben şöyle dedim:

    Her dediğinizin altına imzamı atarım

    Hepsi yüzde yüz doğrudur ve örnek alınmalıdır

    İngilizler, Çanakkale'yi geçemeyecekler.

    * * * *

    Konuşmam bittiğinde yakınımda bir bomba patladı

    Yüzlerce parçaya ayrıldığımı hissettim

    Ben bölünmemeliydim, dağılmamalıydım

    Bir bütün olarak kalmalıydım ve yaşadıklarımı

    Günümüz insanına anlatmalıydım

    Çeşitli iletişim kanallarıyla bunu

    Binlerce, on binlerce okura ulaştırmalıydım.

    SON

    ----------------------------------------------

    MAVİ ATEŞ

    Deniz altında kalmış dağ patlar

    Bunun sonunda volkanik ada oluşur

    Baskı altında kalmış Türk patlar

    Bunun sonunda Türkiye Cumhuriyeti oluşur.

    * * * *

    Evren milyarlarca yıl önce

    Büyük patlama sonucu oluşur

    Galaksiler meydana gelir

    Galaksiler, yüz milyonlarca yıldız içerir.

    * * * *

    Bunlardan sadece birisi

    Samanyolu Galaksisi

    Benim de içinde yaşadığım

    Güneş sistemini barındırır.

    * * * *

    Bizim güneş sistemimizde

    Dokuz gezegen vardır

    Bu gezegenlerden biri de

    Sevgili dünyamızdır.

    * * * *

    Dünyada yaşayan insanlar

    Kendiliklerinden bir şeyler icat ettiler

    İnsanların fikir ve düşüncelerine

    Birtakım kısıtlamalar, baskılar koydular.

    * * * *

    Adına öğreti dediler

    Yaşantı dediler

    Halkları birbirine

    Düşman ettiler.

    * * * *

    Kim neye inanırsa inansın

    Benim gibi düşüneceksin diyemezsin

    Belki yanlışta olan sensin

    Değişik düşüneni anlamaya çalışmalısın.

    * * * *

    İnsanı insan yapan özellik

    Canlıların yaşamına saygı duymaktır

    Canlılara sevecen davranıp

    İnsan olduğunu unutmamaktır.

    * * * *

    Büyük bir ordu hazırlamakla

    Ülkelerin sınırını geçmekle

    O ülkeyi fethetmeye çalışmakla

    Sorunları çözemezsin.

    * * * *

    Bak Mustafa Kemal Atatürk

    Vatan savunması hariç

    Savaş bir cinayettir, demiş

    Savaşmayalım artık.

    * * * *

    Atatürk demişse doğrudur

    İnsanlar savaştan kaçınmalı

    Dünya durdukça

    Barış içinde yaşamalı.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

    ---------------------------------------

    TAARRUZ KEMAL

    Siz Avustralya yerlileri

    İngilizler tarafından Anadolu'ya yönlendirilen

    Türkler, boyun eğmedi, diyen

    İngilizlerin esiri.

    * * * *

    Siz özgür ve mutlu yaşıyordunuz

    Hayattan bambaşka bir gelecek umuyordunuz

    Hayat, sizin bir kilonuzu bir pula satmadı

    Özgür bedenlerinizi yetmiş kiloluk bir İngiliz'e esir etti.

    * * * *

    Kitaplar yazar, gazeteler yazardı

    Anadolu' da bir Taarruz Kemal var derdi

    Haksızlığa boyun eğmez, derdi

    Yenilmez yener, ezilmez, ezer de geçer derdi.

    * * * *

    Taarruz Kemal, Anadolu'yu yurt olarak benimsemiş

    Sınırları çizmiş, biz bu sınırlar içinde

    Özgür ve bağımsız yaşamaktan başka bir şey istemiyoruz, demiş.

    Siz şimdi aldatan İngiliz'e mi inansanız

    Yoksa kahramanca savaşan Taarruz Kemal'e mi inansanız?

    * * * *

    İngiliz sizi zorladı, gemilere bindirdi,

    Hedef Çanakkale'dir dedi.

    Taarruz Kemal yok artık, dedi.

    Göğsüne gelen bir kurşunla layığını buldu, dedi.

    * * * *

    Siz havanızı basarak, naralar atarak,

    Anzak Koyu' ndan Anadolu' ya ayak bastınız

    Anadolu insanı bizden korksun, dediniz

    Katliamlar yapmaya hazırdınız.

    * * * *

    Türk Ordusu' nun başında

    Alman komutanlar vardı

    Bunlar Türk Ordusu'nu geri çekerek

    Rahatça çıkartma yapmanıza izin verdi.

    * * * *

    Aradan bir gün geçti

    Taarruz Kemal geldi, dediler

    Almanlar, bütün cephelerin komutanlığını

    Taarruz Kemal'e bıraktı, dediler.

    * * * *

    Size bir bezginlik çöktü

    Bu yenilmez, bizi perişan eder dediniz

    İngiliz Komutan çok uğraştı

    Bu Kemal o Kemal değil, dedi.

    * * * *

    Mustafa Kemal Çanakkale' ye geldi

    Türk Ordusu'nu düzene soktu

    Oralarda saklanacak yer bulamadınız

    Birçoklarınız gemilere binip, kaçtınız.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

    -----------------------------------------------------------------

    BEN ATATÜRK SEVDALISIYIM

    Ben bir zamanlar çocuktum.

    Annem bana Karaçor derdi.

    Zayıf bir kara çocuk,

    Özgün düşünme yeteneğine sahip,

    Uygar, çağdaş,

    Geçmişi araştıran,

    Her güne yeni bir umutla başlayan,

    Geleceği kurgulayan,

    Zayıf ama güçlü, çok güçlü.

    * * * *

    Mahalle maçlarında

    Karşı takımın golcüsü iyiyse

    Kaleci.

    Maç normalde devam ediyorsa

    Golcü.

    Kaleciyse penaltı kurtaran,

    Golcüyse hata affetmeyen.

    * * * *

    Babam öğretmendi, Atatürk derdi.

    Annem ev hanımı, Atatürk dedi.

    Ben de uygar, çağdaşım ya

    Atatürk, Atatürk, Atatürk dedim.

    * * * *

    Benim kalbim Atatürk der atar.

    Benim beynim Atatürk der çalışır.

    Benim damarımda kan, Atatürk der dolaşır.

    Atatürk demeden güne başlarsam,

    Ayaklarım birbirine dolaşır.

    * * * *

    Ben Atatürk sevdalısıyım.

    Atatürk için bir şeyler yapmak çabasındayım.

    Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde

    İnsanlar yeni bir güne umutla başlıyorsa

    Bunu Atatürk'e borçludur.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

    .

    ATATÜRK 135 YAŞINDA - 2016
    Yazan Ve Okuyan: Serdar Yıldırım
    https://www.facebook.com/ayla.gulery...00000848112519

    TÜRK ASKERİ ÇANAKKALE'DE

    Türk, Anadolu'da hüküm sürsün diye,

    Kurtuluş Savaşı'nda canlarını feda ettiler.

    Mehmetler, Ahmetler, Aliler, Veliler.

    Anadolu' nun fedakar askerleriydiler.

    * * * *

    Büyük bir karanlığın ardından,

    Mucize bir aydınlık beklediler.

    Aydınlık biraz geç geldi.

    Çanakkale bir buçuk yıl onlara mezar oldu.

    * * * *

    Çocuklarımız, torunlarımız dediler.

    Onlar rahat etsin dediler.

    Azrail, İngiliz gemisinin topunun ucundaydı.

    Bombalar siperlere düştükçe

    Yerde yatan vurulmuş askeri arkadaşı tanımadı.

    * * * *

    Alman komutanlar, Çanakkale'deydi.

    İşi biraz ağırdan alıyordu.

    İngiliz savaş gemileri,

    Bombaları bitince gider, diyordu.

    Türk topçularına talimat verilmişti.

    Ateş etmeyin, bekleyin, diyordu.

    * * * *

    Sonunda Çanakkale'ye Mustafa Kemal geldi.

    Bütün cephelerin komutanlığını bana verin, dedi.

    Mustafa Kemal'e Almanlar direnemedi.

    Kendi ülkeleri de ateş hattındaydı.

    Birinci Dünya Savaşı devam ediyordu.

    Almanlar, bir daha gelmemek üzere

    Anadolu'yu terk etti.

    * * * *

    Mustafa Kemal siperde saklanmadı.

    Savaş meydanını düşmana bırakmadı.

    Türk topçularına ateş emrini verdi.

    Ateş, ateş, ateş, dedi.

    * * * *

    Çelikten ölüm kaleleri,

    İngiliz, Fransız savaş gemileri,

    Türk topçusunun yoğun ateşi karşısında

    Boğazın derinliklerini boyladı.

    * * * *

    Sonra kara savaşları başladı.

    İngiliz, Avustralya ve Yeni Zelanda'dan Anzakları getirdi.

    Onları, Türkler, boyun eğmedi, diye kandırdı.

    Anzaklar, Türkleri kendine düşman bildi.

    * * * *

    Anzaklar, 25 Nisan 1915'te Gelibolu yarımadasına çıkartma yaptı.

    Karşısında Türk Ordusu'nu buldu.

    Türk Ordusu'nun başında Yarbay Mustafa Kemal vardı.

    Türk Ordusu yenilmezdi, Mustafa Kemal yenilmezdi.

    Sekiz ay süren savaşlar sonunda,

    Anzaklar parçalandılar, paramparça oldular.

    Saklanacak ağaç kovuğu bulamadılar.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

    ---------------------------------------------------

    ATATÜRK SONUNA KADAR ATATÜRK

    Ben Atatürk , Atatürk diyenlerdenim.

    Atatürk demeden hiçbir soruna çözüm bulunamayacağına inanırım.

    Şu son yüz yılda kim Atatürk demeden hangi sorunu çözmüş?

    Söyleseler de ben de bilsem.

    * * * *

    Bir kimse Atatürk demiyorsa

    Atatürk ilke ve devrimlerinden haberi yoksa

    Ne kadar kıvransa fark etmez,

    Sonunda kendinden bile şüpheye düşer.

    * * * *

    Bir insanın dünyadaki en büyük amacı,

    Hayatını devam ettirebilmesi olmalı.

    İçeriden ve dışarıdan seni sevmeyenler

    Ne kadar uğraşsalar seni yıkamazlar.

    * * * *

    Ben bir dünya kurarım, benim inandığım.

    Ben bir hayal kurarım gerçek olmasını istediğim.

    Benim kurduğum hayal gerçekle örtüşmüyorsa

    Ben gerçek olmayan hayali yıkar geçerim.

    * * * *

    Benim bir arap, bir Türk arkadaşım vardı.

    Çağıl çağıl akan bir ırmağın kenarına gelmiştik.

    Arap beni sevmiyor ya, sen bu ırmaktan geçersin, dedi.

    Türk ise, ileride bir köprü var, oradan geç, dedi.

    * * * *

    Ben Türküm, Türk'e inandım.

    Biraz ilerideki köprüden geçtim.

    Araba inanmadım, onun aklına kanmadım.

    Lütfen arap, benden uzak dur,

    Meraklıysan ırmaktan sen geç, dedim.

    * * * *

    Bak Atatürk, Anadolu'da,

    Güzelim Türkiye Cumhuriyeti' ni kurmuş.

    Sen de bu cumhuriyetten payını alıyorsun.

    Türkiye Cumhuriyeti'nden nemalanıyorsun.

    * * * *

    Yüz yıl önce Anadolu'yu düşmanlar sarmış.

    Atatürk, Kurtuluş Savaşı'nı başlatmış.

    Atatürk'ün devrimlerine saygı duymalısın

    Devrimlerinin en büyük savunucusu olmalısın.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

    -------------------------------------------------

    ATATÜRK İLKELERİ

    İnsanlar, zor durumdaysa

    Çaresizlik içinde kıvranıyorsa

    Bir çıkar yol bulunamıyorsa

    Mutlaka karanlık aydınlatılacaksa

    Halkçılık ilkesini kullanmalısın.

    * * * *

    İnsanlar, fikir anlaşmazlığındaysa

    Kargaşa yüzyıllardır sürüyorsa

    Bir çıkar yol bulunamıyorsa

    Mutlaka fikirler düzenlenecekse

    Laiklik ilkesini kullanmalısın.

    * * * *

    İnsanlar, yönetimde sıkıntıdaysa

    Her ağızdan bir ses çıkıyorsa

    Bir çıkar yol bulunamıyorsa

    Mutlaka yöneteni halk belirleyecekse

    Cumhuriyetçilik ilkesini kullanmalısın.

    * * * *

    İnsanlar, seçtiğine güvendiyse

    Seçilen halktan uzaklaşmışsa

    Bir çıkar yol bulunamıyorsa

    Mutlaka halk önemsenecekse

    Devletçilik ilkesini kullanmalısın.

    * * * *

    İnsanlar, giyimde özensizse

    Çağdaş çizgi dışındaysa

    Bir çıkar yol bulunamıyorsa

    Mutlaka uygarlık yakalanacaksa

    Milliyetçilik ilkesini kullanmalısın.

    * * * *

    İnsanlar, fikirde tekdüzeyse

    Hür düşünceye karşı çıkılıyorsa

    Bir çıkar yol bulunamıyorsa

    Mutlaka reform gerçekleştirilecekse

    Devrimcilik ilkesini kullanmalısın.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

    ---------------------------------------------

    BAŞKOMUTAN ATATÜRK

    Atatürk'ü sevesim geldi.

    Karşımda göresim geldi.

    Düşmanlarını üzesim geldi.

    Kurtuluş Savaşı'nı anlatasım geldi.

    * * * *

    Karanlıkta mavi iki ışık belirdi.

    O iki ışık Atatürk'ün gözleriydi.

    Beni bu konuda harekete geçiren,

    Atatürk'ün tarihi sözleriydi.

    * * * *

    Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde

    Yaşayanlar, Atatürk'ü sevmek zorundadır.

    Ekmeğini bu sınırlar içinde kazananlar

    Atatürk'e saygı duymak zorundadır.

    * * * *

    Atatürk, Kurtuluş Savaşı zamanında

    Sekiz yıl ailesinden uzak kaldı.

    Ey Atatürk'ü sevmeyen şahıs,

    Bu vatan için, bu bayrak için,

    Ailenden sekiz yıl uzak kalır mısın?

    * * * *

    Trablusgarp ve Bingazi'de

    İtalyan Ordusu'yla savaşırken.

    Anafartalarda, Conkbayırı'nda

    Çanakkale Destanı'nı yazarken

    Göze göz, dişe diş

    Göğüs göğüse çarpışırken,

    Mustafa Kemal hücum diyordu.

    Sağ elinde kılıcı, sol elinde tabancası

    İleri atılıyordu.

    * * * *

    Atatürk uzun süren savaşlar sonunda,

    Türkiye Cumhuriyeti'ni kurdu.

    Fabrikalar açtı, yollar, köprüler yaptırdı.

    Ülkeyi dünya devletleri arasında

    Ön sıralara yükseltti.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

    ATATÜRK'ÜN ÇOCUKLUK ANILARI

    KARDEŞİM MUSTAFA

    Ali Rıza Bey'den olma Zübeyde Hanım'dan doğma 1874 tevellütlü Selanikli Ahmet 9 yaşındaydı. Yanında 8 yaşında olan kardeşi Ömer ve 2 yaşında olan Mustafa vardı. Askercilik oynuyorlardı. Ahmet kardeşlerini uygun adım yürütürken, sol sağ, sol sağ yarın bayram olsa diyordu. Aradan zaman geçti. Ömer yoruldu, eh Ahmet de yoruldu. Dön, dön, nereye kadar. Mustafa yorulmadı, dönmeye devam etti. Ahmet, Mustafa'ya laf olsun diye seslendi: Mustafa, bir otur, dinlen. Sen döndükçe biz yorulduk. Sonunda Mustafa söz dinledi ve bir köşeye oturdu. Ahmet ile Ömer daha sonra kalktı ve yürümeye devam etti.

    -------------------------------------------

    O Mustafa sonradan Mustafa Kemal oldu. Yurdu düşmanlar istila edince özgürlük savaşını başlattı. Savaştı ve galip geldi. 8 yıl ailesinden uzak kaldı. Yorulmadı. Türkiye Cumhuriyet'ini kurdu. Tarihe adını altı harflerle yazdırdı: Mustafa Kemal Atatürk

    Serdar Yıldırım

    ----------------------------------------------------------

    ZÜBEYDE HANIM'IN ÇOCUKLARI

    Ahmet, Ömer ve Mustafa evin bahçesinde oynuyordu. Birden ortalık Ömer'in çığlıklarıyla inledi. Yetiş Ahmet abi, beni arı soktu. Ahmet yakındaydı, yerden bir dal parçası alıp, kardeşi Ömer'in çevresini saran yaban arılarına saldırdı. Yaban arıları sağa-sola kaçıştı. Ömer hızla eve girdi ve kapıyı kapadı. Biraz sonra Ahmet de eve girdi ve odasına saklandı. Bahçede Mustafa kalmıştı. Mustafa 2 yaşındaydı ve hayata dolu gözlerle bakıyordu. Yıllar sonra Mustafa Kemal adını alacak ve vatanına saldıran düşmandan kaçmayacaktı. Tıpkı 2 yaşında yaban arılarından kaçmadığı gibi.

    ----------------------------------------------------

    KOBRA

    Yıl 1883. Ali Rıza Bey 44 yaşında, oğlu Ömer 8 yaşındaydı. Birlikte yenice tayin edildiği Çayağzı'ndan Selanik'e dönüyordu. Ali Rıza Bey birden patika yolda bir kobra gördü. Kobra diklenmiş ve yerden yüksekliği 1.5 metre kadardı. Ali Rıza Bey, oğlunu kolundan tuttu: Dur Ömer. Bu kobra yılanı. Çok sinirli. Üstüne yürümek yanlış olur. Belki yakında yavruları vardır. Çevresinden dolaşacağız.

    Ali Rıza Bey ile Ömer geniş bir yay çizerek kobrayı arkalarında bıraktılar ve Selanik Yenikapı'daki evlerine döndüler. Ali Rıza Bey kobra olayını anlattığında Zübeyde Hanım şöyle dedi: Baba oğul çok büyük tehlike atlatmışsınız. Böylesi zehirli bir yaratıktan uzak geçmek doğrudur.

    --------------------------------------------------

    ATATÜRK'ÜN ABLASI FATMA

    Fatma, Selanik'teki evde oyuncaklarıyla oynuyordu. Pek çok oyuncağı vardı ve en çok annesinin yünden ördüğü oyuncak bebeğini seviyordu. Bebeğiyle konuşuyordu ama onun karşılık vermemesi Fatma'yı üzüyordu. Fatma'nın bir gün canına tak dedi ve annesine seslendi: " Anne, bu bebek konuşur diyordun ama şimdiye kadar benimle hiç konuşmadı. "

    Annesi Zübeyde Hanım: " Kızım, belki bugün konuşacak ve sana merhaba diyecek. Ne biliyorsun? "

    " O zaman konuşsun ve bana merhaba desin. "

    Zübeyde Hanım, sesini incelterek ve çocuk sesi taklidi yaparak konuştu: " Fatma, nasılsın? Ben senin bebeğinim ve seni çok seviyorum. "

    Fatma beyninden vurulmuşa döndü ve bebeğinin konuşması onu çok sevindirmişti. Annesine seslendi: " Anne, duydun mu? Bebeğim konuştu ve ben şimdi çok mutluyum. "

    Fatma dört yaşındaydı ve hayata gülen gözlerle bakıyordu. Bebeği işte konuşuyordu. Fatma bebeğiyle Selanik sokaklarında özgür ve mutlu olarak koşabilecekti.

    ------------------------------------------------------

    ATATÜRK'ÜN ABİSİ AHMET

    Annesi oğlunu bakkala yollarken: Ahmet, dededen yarım kilo yoğurt alıver, dedi. Akşama size bir sürprizim var. Hamur işi hazırlayacağım ama pide mi, börek mi, asla tahmin edemezsin.

    Bunun üzerine Ahmet: Yoğurt alırım ama hani para? Sen para vermezsen, ben yoğurt alamam. Pidedir, börektir hazırlayamazsın.

    Zübeyde Hanım: Aman oğlum, elimde hazır para olmasa ben senden yoğurt almanı ister miyim? Al şu paraları, yeter de artar bile.

    Ahmet tencereyi alıp bakkala doğru yola çıktı. Paralar cebinde şıngırdıyordu. Bakkaldan içeri girdiğinde bir heykel gibi donakaldı. Dede, tezgahın üstüne kollarını koymuş, başını elleri arasına almış, uyukluyordu. Ahmet sessizce bekledi. Sağa-sola bakındı. Ekmek dolabını açıp kapadı. Bez perdeyi açtı. Peynir almaya geldiğinde dede oradan peynir verirdi. İki teneke vardı. Biri açıktı ve bir miktar peynir satılmıştı. Bakışları tezgaha yöneldi. Kavanozlar içinde türlü tevir şekerleme vardı. En çok sevdiği pişmişti. Bu yumuşak şekerlerden her gün bir kavanoz yese bıkmazdı. Sonradan dede uyandı. Ne oldu, oğlum, ne istemiştin, dedi.

    Ahmet: Ben yarım kilo yoğurt alacaktım, dedi. Ahmet yoğurdu aldıktan sonra eve doğru yöneldi. Annesi pide veya börek hazırlasa ne fark ederdi? İkisi de hazır yemekti ve yanında ayran olsa cana can katardı.

    --------------------------------------------------------

    ATATÜRK'ÜN ABİSİ ÖMER

    Ali Rıza Bey'den olma Zübeyde Hanım'dan doğma Ömer 8 yaşındaydı. Kuşpalazı (difteri) salgını vardı. O günlerde Mustafa 2 yaşındaydı.

    Bir gün Mustafa Kemal'in abisi Ömer yaşıtı Celal ile evlerinin bahçesinde geziniyordu. Celal birdenbire: Bak Ömer, şu yılanı görüyor musun? Ben bu yılanı alır, parmağımın ucunda sallarım, dedi. Yılan dediği parmak kalınlığında, iki karış boyundaydı.

    Ömer: Aman, Celal, bırak yılanı gitsin, sana ne zararı var, dedi.

    Celal: Öyle deme Ömer, bu yavru yılan büyür, piton olur. Sen 2 metre olsan, bu yılan 10 metre olur. Yıllar sonra sen adam olsan da fark etmez. Bu yılan seni yakalar ve yutar, dedi.

    Aradan dakikalar geçti. Celal, yavru yılanı sallamaya devam etti. Ta ki Celal'den bir ah sesi duyulana kadar. Ömer hızla sağına döndü. Celal diz çökmüştü ve sağ eli morarıp şişmeye başlamıştı.

    Ömer, yılanın başını tuttu ve sıktı. Yılanın gücü azalmıştı. Sol eliyle yılanın kuyruğunu tuttu. Ters istikamette döndürerek, Celal'le yılanı birbirinden ayırdı. Yılanın başını taşla ezdi. Bir koşu gidip babası Ali Rıza Bey'i yardıma çağırdı. Ali Rıza Bey, Celal'in koluna ısırığın biraz yukarısından mendiliyle sıkma uyguladı. Kanayan yeri emdi, tükürdü. Bu işlemi defalarca tekrar etti. Baygın Celal kendine gelmeye başladı. Ali Rıza Bey'in dudakları hafiften şişmeye başlamıştı.

    Bir kaç gün sonra her şey normale döndü. Celal olanları unutmuş, hayatın akışına kapılmış, savrulup gidiyordu. Ömer, arkadaşını kurtardığı için, babasına teşekkür etti. Geri planda olanların takipçisi Mustafa geleceği şekillendireceği günleri düşünüyor ve gülümsemeye çalışıyordu.

    SON

    Atatürk'ün Çocukluğu - Ezgi Yayınları - Yayın Yılı: Aralık 1994

    ---------------------------------------------------------------------------

    ATATÜRK'ÜN ÇOCUKLUK ANISI: HASİBE NİNE

    Bir gün bakla tarlasından çiftliğe dönüyordum. Toprak yolun kenarındaki eski, tek katlı, ahşap bir evde yaşayan Hasibe Nine'ye uğradım. Hal hatır sordum. Yalnızlığını paylaştım. Testiyi alarak yakındaki dereden su doldurup getirdim.

    Hasibe Nine: " Sağ ol evladım! Sen olmasan şurada açlıktan, susuzluktan kıvranacağım. Bana ekmek, yemek, yoğurt getirirsin. Suyumu doldurursun. "

    Ne demek efendim? Bu benim insanlık görevim. İnsanlar yardımlaşmalı, yiyeceğini paylaşmalı. Şu güzelim dünyada hoşça vakit geçirmeli, dedim.

    " Benim Mustafam, neler de bilirmiş? Çok bilgiliymiş. Civan boylum benim. Gel de ninen sarılsın sana. "

    Hasibe Nine'ye sarıldım ama birdenbire ağlamaya başladı.

    Ama neden ağlıyorsunuz? Yoksa canınızı mı yaktım? dedim.

    " Yok evladım, canımı yakmadın. Ben yalnızlığıma ağlıyorum. Yaşlı insanlar, yalnız kalırlar. Yalnızlık zor evladım, çok zor. "

    Daha sonra en iyi dileklerle oradan ayrıldım. Çiftliğe doğru yoluma devam ettim. Birden ilerideki çimenlerin arasında uçamayan bir güvercin gördüm. Güvercini alarak çiftliğe götürdüm. Dayım, güvercinin incinmiş olan kanadını tedavi edip, sardı. Birkaç günde iyileşir, dedi.

    Ertesi gün güvercini Hasibe Nine'ye götürdüm. Onu bir kafese koydu. İyileşince bırakırım, dedi. İyileşince bıraktı ama güvercin biraz uçtuktan sonra geri döndü. Hasibe Nine'yi çok sevmişti ve ondan ayrılmamaya kararlıydı. Orada olduğum zamanlarda güvercin etrafımda uçuyor ve beni saygıyla selamlıyordu.

    Atatürk'ün Çocukluğu - Ezgi Yayınları - Yayın Yılı: Aralık 1994

    --------------------------------------------------------------------------

    ATATÜRK'ÜN ÇOCUKLUK ANISI: CUMHURİYET İLAN EDERDİM

    Mustafa bakla tarlasında bekçilik yaparken, diğer yandan yeni arkadaşlar ediniyordu. Bunlardan biri de Süleyman'dı. Süleyman komşu çiftliğin sahibinin oğluydu. Fırsat buldukça Hüseyin Ağa'nın çiftliğine gelir, Mustafa'yı bulur ve aralarında oynadıkları oyunlara katılırdı.

    Bir gün Süleyman yine oyuna katıldı. Koştu, yoruldu. Yarıcı çocukları gidince Mustafa ile Süleyman bir ağacın altına oturdular. İlk soru Süleyman'dan geldi: Mustafa, sence bu padişahlık ne zamana kadar sürer?

    " Çok sürmez. Sınavlarda üç yanlış bir doğruyu götürür ama üç yanlışın götüreceği doğru yoksa, ben padişah olsam ne olacak? Osmanlı İmparatorluğu uçurumun kenarında. "

    Süleyman: " Bravo Mustafa, her sözünün altına imzamı atarım. Bir de padişahların hanımlarından bahsetsen. "

    Mustafa: " Yıkım kararı alırsın. Osmanlıyı ben yıkamam ama düşmanlar yıkar. Padişahlar, Türk kızları dururken, yabancı kızlarla evlendiler ve çöküşü hızlandırdılar. Bir de saraydan çıkmayan padişahlar var. "

    Daha sonraki günlerde bu konu konuşulmaya devam etti. Bir akşamüstü Süleyman, Hüseyin Ağa'nın çiftliğine geldi ve Mustafa'yı buldu. Babasıyla bazı konularda anlaşamadığını, bir tartışma sonunda babasının kendisini çiftlikten kovduğunu söyledi. Babasının son sözleri şunlar olmuştu: " Süleyman senin padişah karşıtlığını anlamıyorum. Osmanlı İmparatorluğu ne güzel yönetiliyor. Artık bu çiftlikte yerin yok senin. "

    Babasının bu sözleri üzerine Süleyman tasını, tarağını toplamadan yola çıktı ve komşu çiftliğe doğru yöneldi. Orada özgün düşünme yeteneğine sahip bir arkadaşı vardı ve Mustafa, onu sokakta bırakmazdı. Gerçek arkadaş zor günde belli olurdu. İyi günde pasta ikram eden, kötü günde lokmanı elinden alana ben gerçek arkadaş demem diyordu, Süleyman.

    Mustafa, Süleyman'ı güler yüzle karşıladı. Süleyman olanları anlatınca çok üzüldü. Daha sonra ikisi birlikte Zübeyde Hanım'ın yanına gitti ve arkadaşının yatıya kalması için, gerekli izni alması zor olmadı.

    Akşam yemeğinden sonra Mustafa ile Süleyman, sohbete daldı. Konu yine ülkenin geleceğiydi. Bir ülke yönetiminde sadece koltuk sahipleri söz sahibi olmamalıydı. Her vatandaş yönetime karışır, fikir ileri sürer ve yorum yapardı. Padişah, kral, imparator, halkın sesine kulak vermezse tacını, tahtını verirdi. Bir aralık Süleyman şöyle bir soru sordu: Arkadaş, bilmem inanır mısın, tıpkısının aynısı ben de seninle aynı düşünceler içindeyim. Temsilde, ülke yönetimini sana bıraksalar, yönetim düzenin nasıl olurdu?

    Mustafa: " Ben Cumhuriyet ilan ederdim. Millet Meclisi olmalı. Burada çeşitli vilayetlerden gelen temsilciler olmalı. Halk, beğenmediği yöneticiyi değiştirebilmeli. "

    Mustafa ile Süleyman sonraki iki gün birlikte vakit geçirdiler. Pek çok konuda fikir alışverişinde bulundular. Çiftliğin avlusunda gezdiler, dolaştılar, yoruldular. Daha ertesi gün Mustafa komşu çiftliğe giderek, Süleyman'ın babasıyla bir görüşme yaptı ve Süleyman'ı affetmesini istedi. Baba, Mustafa'ya, sen çok zeki ve dünyada eşi bulunmaz bir çocuksun. Seni kıracağıma kafamı kırarım, dedi ve oğlunu affettiğini söyledi. Çiftliğe geri dönen oğlunun fikirlerine her zaman önem verdi. Anlattıklarını dikkatle dinledi.

    Atatürk'ün Çocukluğu - Ezgi Yayınları - Yayın Yılı: Aralık 1994

    SERDAR - GENÇ BİR YAZAR HANGİ AŞAMALARDAN GEÇTİ VE NASIL GAYRET GÖSTERDİ

    Sıkıcı. Hayat gerçekten çok sıkıcı. Günlerdir, haftalardır, aylardır değişen hiçbir şey yok. Hep aynı şeyler: Sabah olur güneş doğar, öğlen olur güneş yakar, akşam olur güneş batar. Bazen arkadaşlarla konuşurken, “ Günler birer birer geçip gidiyor. Bu işin sonu ne olacak? “ diye sorarım. Aldığım cevap hep aynı olur: “ Ne bilelim biz. Ne olacaksa oluyor işte. “ Laf mı yani bu da şimdi? Hayat çarkının dönüşüne kaptırmışlar kendilerini dönüp duruyorlar. Zannedersem yaşadıklarının farkında değiller, bedava yaşıyorlar.

    Şuraya bak… Göz alabildiğince uzanan bir şehir. İçinde binlerce insan. Çoğu büyümüşler de toplanıp götürülmeyi bekliyorlar. Gidecekleri yer belli: Fabrikada ucuza çalıştırılacaklar. İşçi olacak çalışacaklar. Bu çalışmak kesinlikle amaç sayılamaz. Birçok arkadaşıma sorup cevabını alamadığım bir soru var: “ Tamam. Bizi çalıştıran çalıştıracak. Bundan bizim kazancımız ne olacak? “

    Ben, ucuz işçi olmak istemiyorum. Beni çalıştıracak olan çalıştırmasın, tam doymadan sofradan kalksın. Ben bunu düşünür, bunu söylerim. Benim hayat felsefem bu. Zaman nasıl da akıp gidiyor. Vakit gece yarısı oldu. Beni buradan kurtaracak olan biraz sonra gelir. Günlerdir uğraşıyorum. O’na neyin ne olduğunu ve ne yapmak istediğimi, çeşitli örnekler vererek, defalarca anlattım. Önceleri pek durumu kavrayamıyordu ama artık her şeyin farkında. İkimiz birlik olup başarı kazanacağımıza inanıyorum. Bir gelen var, galiba O. Nihayet geldi:

    “ Merhaba, Metin. “

    “ Merhaba, Serdar. Vakit tamam. Şöyle geç de seni ağaca bağlayan urgandan kurtarayım."

    Daha sonra Serdar yüksekçe bir kayanın üstüne çıktı. Uyanık durumdaki arkadaşlarına uykuda olanları uyandırmalarını söyledi. Arkadaşları uyandıktan sonra büyük bir merak ve heyecan içinde Serdar’ın söyleyeceklerini dinlemek için dikkat kesildiler: “ Kardeşler, arkadaşlar... Hepiniz tarafından çok iyi bilindiği üzere bu akşam ben Metin Kardeş ile birlikte yola çıkıyorum. Amacım, mutluluk çiçeğini arayıp bulmak ve onu durduğu yerden daha yüksek bir yere çıkarmak ve böylelikle dünyadaki her canlının mutluluktan aldığı payın biraz daha çoğalmasını sağlamak. Bu yeni yerinde hiçbir yabancı bitkinin yetişmesine izin vermeyeceğimden mutluluk çiçeğinin göndermekte olduğu mutluluk pırıltıları artacaktır. Şimdi, aranızdan bir-iki gönüllü arıyorum. İsterim ki, hepiniz gönüllü olasınız, hepiniz benimle gelesiniz. Gerçekleştirmek istediğim hayırlı bir iştir. Daha önce belki yüz defa meseleyi bütün ayrıntılarıyla sizlere anlatmıştım. Bir parça olsun medeni cesaret gösterin. Son defa soruyorum: Yok mu benimle gelmek isteyen? “

    Serdar, birkaç dakika bekledi. İçinde binlerce işçi adayının durduğu meydandan çıt çıkmıyordu.

    Serdar: “ Tamam. Anlaşıldı. Kimse benimle gelmek istemiyor. Bunun için hiçbirinize kızmak hakkına sahip değilim. Neyse…Kardeşler, arkadaşlar. Tekrar görüşmek üzere, şimdilik hoşça kalın.”

    Serdar ile Metin, yolda Vedat adında bir adama rastladılar. Serdar, Vedat’a mutluluk çiçeğini aramaya çıktıklarını söyledi ve konu hakkında bilgi sahibi olup olmadığını sordu. Vedat mutluluk çiçeğinin nerede olduğunu tarif edemeyeceğini, fakat kendilerini Bay Kemal ile tanıştırabileceğini söyledi. Bay Kemal, yatağının üzerinde oturumuna gelmiş vaziyette, misafirlerini güler yüzle karşıladı. Serdar’ın anlattıkları, Bay Kemal’i heyecanlandırmıştı. Onun şahsında kendi gençliğini görmüş, o günler bir film şeridi gibi gözlerinin önünde canlanmıştı.

    Yıllar önce, mutluluk çiçeğini aramak için yollara düşmüştü. Sonunda, yaşlı bir köylü kendisine kılavuzluk yapmış, mutluluk çiçeğinin yaşadığı yüce dağlar arasındaki yüksekçe bir platoya giden tek yol olan Umut Geçidi’nin girişine kadar getirmişti. Buraya kadar olanları anlatan Bay Kemal, konuşmasına şöyle devam etti: “ Umut Geçidi’nin girişine geldiğimizde yaşlı köylü beni şu sözlerle uğurladı. – Umut Geçidi’nin girişi işte burası. Bu geçidin uzunluğu yüz metre kadardır. Bu yolun sonunda önüne açık bir alan çıkacak. Karşıdaki ağaçlıktan geçtikten sonra mutluluk çiçeğini görebilirsin. Ben yetmiş yılı aşkın bir süredir aşağıdaki ovada yaşıyorum. Sen mutluluk çiçeğini aramak için gelenlerin altıncısı oluyorsun. Senden önce gelenler başarısız oldular. Mutluluk çiçeğini görememişler bile. Mutluluk çiçeğinin bekçisi buna izin vermemiş. Geçidin sonundaki açık alanda aniden karşına çıkarmış. İri, kocaman, otuz yaşlarında bir adammış bu bekçi. Korkar da geçide döner kaçarsan peşinden gelmezmiş. Gidenlerin hepsi de bilgili, kültürlü idiler ama bekçi onların hepsinden baskın çıktı. Kendilerinin birer bilge olduklarını söyleyenler bile üzgün ve yorgun bir şekilde geri döndüler. İşte, Bay Kemal benim anlatacaklarım bu kadar. Yolun açık olsun. –

    Yaşlı köylünün anlattıklarını dinledikten sonra geçide girdim. Arada bir durup yaşlı köylünün söylediklerini aklıma getiriyor ve bunların ışığında planlar yapıyordum. Yüz metrelik yolu üç saatte aştım. Bekçinin sorabileceği her çeşit sorunun cevabını hazırlamıştım. Açık alana çıktım. Biraz sonra bekçi yanıma geldi. Karşılıklı selamlaşmadan sonra bekçi beni kelimenin tam anlamıyla soru bombardımanına tutmaya başladı. İlk sorular basit ve cevaplandırılması kolay sorulardı: Adın ne, nereden geldin, kimlerden nasıl ve şekilde yardım gördün? Sonraki sorular ise, bekçinin konu hakkındaki soruları oldu: Mutluluk çiçeği nedir, mutluluk çiçeğinin var olduğunu ilk olarak kimden duydun, seni buraya kadar getiren nedenler nelerdir, mutluluk çiçeğini gözünün önünde nasıl canlandırıyorsun? Bu sorulara yeterli olabilecek cevaplar vermiştim. Her şey çok güzeldi, bekçi o soruyu sorana kadar. Öyle bir soru sormak bekçinin nereden aklına geldi bilmem ki? Benim kekelemeye başladığımı gören bekçi yüklendikçe yüklendi. Söylediklerinde haklıydı. Evime nasıl geri döndüm bunu bana bile sorma. Üzüntüden yürüyemez oldum, ayaklarım tutmaz oldu. Yıllar var ki, bu yatakta yatıp duruyorum. Üzgünüm, başarılı olamadığım için. “

    Bay Kemal sözlerini tamamlarken ortada bir soru işareti bırakmıştı. Mutluluk çiçeğinin efsanevi bekçisi olan adamın Bay Kemal’e son olarak sorduğu soru neydi? ” Bay Kemal ben seni yeterli gördüm. Beraber, mutluluk çiçeğinin yanına gittik. Bir ihtimal de olsa senin orada yapacağın çalışmalar ters etki yapar da mutluluk çiçeğini soldurursan, neler olur, lütfen anlatır mısın? “

    Serdar ile Metin, dört gün misafir kaldıktan sonra dönüşte mutlaka uğrayacaklarını söyleyerek Bay Kemal ile Vedat’a veda edip yola çıktılar. Günler günleri kovaladı, aradan haftalar geçti. Serdar yolda rastladığı pek çok insanla her çeşit konuda fikir alışverişinde bulundu. Bazılarıyla yaptığı konuşmaları istediği şekilde bilgi akımı sağlayamadığı için, kısa kesmek zorunda kaldı. Bazılarıyla ise, saatlerce konuştu, sohbet eder gibi, karşısındakine fark ettirmeden, faydalı olabilecek bilgi birikimlerini ustaca çekip aldı. Kendi öz düşüncesinde kurup tasarladığı bu büyük idealini, kimseden bir aferin beklemeksizin, canlıların mutluluktan aldığı payın biraz daha çoğalmasını sağlamak diye özetlediği girişiminin başarısı için bir tür karakter betimlemesi yapıyordu.

    Sonunda, Serdar ile Metin, daha önce Bay Kemal’e kılavuzluk etmiş olan yaşlı köylüyü buldular. Yaşlı köylü onları Umut Geçidi’nin girişine kadar getirdi. Burada yaşlı köylünün Umut Geçidi ve ondan sonrası hakkındaki tanıtım konuşmasından sonra Serdar geçide girdi. Geçitte elli metre kadar ilerleyip bulduğu kuytu bir köşeye oturdu. Sınırları kesin çizgilerle belirtilmemiş, duruma göre anında değişime uğrayabilecek esnek bir plan hazırlamıştı ve bu planın sadece iskeleti değişmeyecekti. Aslında basit gibi görünen fakat son derece karmaşık olan bu planı kontrolden geçiren Serdar, kendinden önce Umut Geçidi’ne giren idealistler gibi zamanlama hatası yapmayacak, açık alana gündüz değil, gece çıkacaktı.

    Serdar hava iyice karardıktan sonra açık alana çıktı. Mümkün olduğunca kenardan, kayalıkların arasından yürümeye başladı. Birden durdu. Gelen vardı. İri, kocaman bir karaltı az ileriden geçti, geçide doğru gitti. Bu bekçi olmalıydı. Daha doğrusu birinci bekçi. Eğer tahminleri doğruysa, mutluluk çiçeğinin yanına gidinceye kadar birkaç tane daha bekçi görmesi muhtemeldi, çünkü yaşlı köylü yetmiş yılı aşkın bir süredir buralarda yaşıyorum demişti. Yaşlı köylü doğmadan önce de bu adam bekçilik yaparmış. Bundan dolayı adı mutluluk çiçeğinin efsanevi bekçisine çıkmış. Normal olarak bir adam yüzyıllarca yaşayıp genç kalamayacağına göre, bu bekçi aynı bekçi olamazdı. Bir bekçi sülalesi olabilirdi. Nesilden nesile bekçilik görevini devrediyorlardı birbirlerine.

    Serdar tekrar ilerlemeye başladı. Ağaçlığın kenarına yaklaşmıştı ki, bir bekçi daha gördü. Bu birinci bekçi olamazdı, o zaman ikinci bekçiydi. Bir süre yürüdükten sonra ortalığın aydınlanmaya başladığını fark etti. Bu aydınlığın sebebinin mutluluk çiçeğinin saçmakta olduğu pırıltılar olduğunu biliyordu. Ağaçlar arasında nöbet tutan üçüncü bekçiyi atlattıktan sonra düzlüğe çıktı. İşte mutluluk çiçeği karşısındaydı. Etrafını gündüz gibi aydınlatıyordu. Serdar, mutluluk çiçeğinin yanına yaklaştıkça onun zannedildiği gibi bir bitki değil de, plastik bir maddeden yapılmış dış yüzeyi bulunan – ki bu dış yüzeyin üstünde çiçek kabartması vardı –ansiklopedi büyüklüğünde, kalın bir kitap olduğunu gördü. Bu büyük kitap, yerden iki metre kadar yüksekte bir kaidenin üstünde duruyordu. Kaideye de taş merdivenlerden çıkarak ulaşıyordun.

    Serdar esnek olarak hazırladığı planında mutluluk çiçeğinin bitki olamama durumunu göz önünde bulundurduğu için hazırlıksız sayılmazdı. Geriye dönüp ağaçlığın kenarındaki bir taşın üzerine oturdu. Mutluluk çiçeği tam karşısındaydı. Şimdi ne yapmalı ne etmeliydi de mutluluk çiçeğine bir zarar vermeden onun işlevini geliştirmeliydi. Zaman kısıtlıydı. Şu anın gece yarısı olduğunu farz etsen sabah oluncaya kadar sekiz saat vardı. Bu zaman zarfında mutlaka sorun çözülecek, buluş gerçekleşecek diye söylendi. Serdar kendine has yorumlarla en basitinden başlayarak düşüncesinde fikir üretmeye başladı. Bu fikir üretiminin gerçekleşmesinde – Fikir üretimi: Beyin jimnastiği. Halk dilinde, kafa çalıştırma. – yolda gelirken çeşitli insanlarla yaptığı konuşmalarda ortaya çıkan karakter tablosunun büyük yararı oluyordu. Hafızasına kaydettiği karakterler hatırına geliyordu. Bu onun sorunu çok yönlü olarak düşünmesini sağlıyor, başarı şansını arttırıyordu. Böylece aradan saatler geçti. Sabah güneş doğarken Serdar sorunu çözmüş olmanın gönül rahatlığı içinde son rötuşları yapmakla meşguldü. Buluş gerçekleşmişti.

    Birkaç saat daha geçtikten sonra hazır olduğuna inanan Serdar, bekçilerden birisiyle tanışmak için fırsat kollamaya başladı. Bu beklentisinin uzun sürmeyeceği belliydi, çünkü bekçilerden birisi bulunduğu tarafa doğru geliyordu. Serdar hemen oturduğu yerden kalkarak yüksekçe bir kayanın üzerine çıktı ve seslendi: “ Bakar mısınız, ben buradayım. Evet, size seslenen benim. “ Serdar kendisini görüp yanına gelen bekçinin şaşkın bakışları arasında durmadan konuşmasını sürdürdü. Kim olduğunu, buraya nasıl geldiğini, amacının ne olduğunu ve sonunda soruna bir çözüm yolu bulduğunu anlattıktan sonra kendisini ailesiyle tanıştırmasını rica etti.

    Serdar’ın anlattıklarını büyük bir dikkatle dinleyen bekçi: “ Olur efendim, tanıştırırım. Onlar sizinle tanışmaktan şeref duyacaklardır. Buyurun, şu taraftan gideceğiz “ dedikten sonra, Serdar’ın peşi sıra yürümeye başladı. Serdar’ın geliş yönünün aksi istikametinde ağaçların arasında ilerleyen Serdar ile bekçi, ağaçlık alandan çıktıktan sonra, Umut Geçidi’nin sol tarafında kalan dağın yamaçlarındaki bekçi sülalesinin yaşadığı evlerin bulunduğu yerleşim birimine geldiler. Genç, yaşlı birçok bekçinin etrafına toplanmasını fırsat bilen Serdar, şimdiye kadar ne öğrendiyse, ne biliyorsa her şeyi anlattı. Her çeşit konuda bilgisini ortaya koydu. Bilgi akımı, karakter betimlemesi, karakter tablosu ve fikir üretimi gibi deyimlerin anlamlarını Serdar’ın örnekler vererek açıklamasına karşın, tam olarak anlayamayan bazı genç bekçi adayları pas geçtiler. Nasılsa Serdar, bir süre daha sizlerle beraber olacağım demişti. Onun boş bir zamanında bu durumu sorar öğrenirlerdi.

    Ertesi gün dört kişilik bir bekçi grubu dış dünya ile irtibatlarını sağlayan bir gizli geçitten geçerek Serdar’ın istemiş olduğu ebatlardaki iki aynayı almak için gittiler. Yine dört kişilik bir başka bekçi grubu aynı geçitten geçerek değişik yörelere doğru gittiler. Bu ikinci grubun görevi, gittikleri yerlerdeki canlılar arasında mutluluk hissinin ne şekilde ve ne oranda artışa neden olacağını belirledikten sonra bunu bir rapor halinde çalışma grubuna sunmak olacaktı. İlk giden grup beş gün sonra geri döndü. Aynalar yerlerine takıldığı zaman, gökyüzüne ve toprağa dağılan ve hiçbir şeye faydası dokunmayan mutluluk pırıltıları aynalar vasıtasıyla yansıtılıp, diğer dört yanal yüzeyden yeryüzüne dağılan mutluluk pırıltılarına karışmasına sebep olunacak ve sonuç olarak da, canlıların mutluluktan aldıkları payın yüzde elli oranında artışı sağlandı. Serdar aynı günün akşamı şerefine düzenlenen törene katıldıktan sonra, ertesi gün çalışma grubuna başvurarak on altı gündür burada olduğunu ve burada kendisine gösterilen ilgiden çok memnun kaldığını fakat Umut Geçidi’nin girişinde dostları bulunduğunu, onları çok özlediğini ve onları daha fazla merakta bırakmamak için, gitmeye karar verdiğini söyledi.

    Ertesi gün Serdar ile Metin, yaşlı köylü ile vedalaştıktan sonra yola koyuldular. En kısa yoldan Bay Kemal’in evine varmayı hedefliyorlardı. Serdar ile Metin, Bay Kemal’in evinin yakınına geldiklerinde, Bay Kemal’i evin önünde yardımcısı Vedat’la beraber gezinirken gördüler. Belli ki, Bay Kemal mutluluk çiçeğinin saçmakta olduğu pırıltılardan payına düşeni almış, ayaklarına can gelmiş, yürümeye başlamıştı. Aradan bir saat geçmeden dördü birlikte yola çıktılar. Onları bu derece hızlı hareket etmeye zorlayan sebep neydi? Serdar olanı, biteni anlattıktan sonra bir an önce doğduğu şehre dönmek istediğini, oradaki arkadaşlarının ucuza çalıştırılmak üzere fabrikaya götürülme durumuyla karşı karşıya olduklarını söylemişti. Bu duruma karşı çıkacak, oradaki arkadaşlarının birer lokma halinde yutulmalarına izin vermeyecekti.

    Şehre geldiklerinde şehir meydanında hiç arkadaşı olmadığını gördüler. Serdar geç kaldığını anladı. Üzüntüsü sonsuzdu. Şaşkın bir halde etrafına bakınırken, meydanın kenarındaki evlerin arasından çıkıp “ Serdar..Serdar..” diye bağırarak kendisine doğru koşmakta olan bir arkadaşını gördü. Bu Murat’tı. Serdar da, ona doğru koşmaya başladı. Biraz sonra birbirlerine sıkıca sarıldılar.

    Serdar: “ Diğer arkadaşlar götürüleli kaç gün oldu? “ diye sordu.

    Murat: “ Üç gün önce. Kamyonlara yükleyip hepimizi fabrikaya götürdüler. Ben bir fırsatını bulup fabrikanın kapısında kamyondan atlayıp kaçtım. Amacım, geri döndüğünde durumu sana anlatmaktı. Senin başarılı olduğunu biliyoruz. Biz sadece işçi adayı olduğumuz ve sonunda nasıl olsa fabrikada ucuza çalıştırılacağımızı düşündüğümüz için, patronun bizler için hazırladığını sandığımız o tek yola girmiş bilinçsizce yürüyorduk. O tek yoldan başka ve çok daha faydalı, yararlı yollar olabileceğini aklımıza getiremiyorduk. Sen, sende doğuştan var olan bu kabiliyetini bizi yönlendirmek için kullanmak istedin. Beynimizdeki sis perdesini dağıtmak istedin. Sen bu durumu bize iyi anlatamadın mı? Hayır, aslında çok iyi anlattın da, biz sana pek kulak asmadık. Yani söylediklerini önemsemediğimiz için dinlemedik “ dedi.

    Murat’ın söyledikleri Serdar’ın şaşırmasına sebep olmuştu: “ Vay Murat! Sen neler biliyormuşsun da benim haberim yokmuş. Ben de o anlattıklarımın boşuna olduğunu düşünüp üzülüyordum. Murat, senden beni ve buradaki arkadaşları fabrikaya götürmeni isteyeceğim. “

    Fabrikanın yakınlarına geldiklerinde hava iyice kararmıştı. Fabrikanın dış kapısı kapalıydı. Arkadaşlarının isteksiz olduğunu gören Serdar fabrikanın duvarına tırmandı. Oradan bahçeye atladı. Bahçeyi kontrol ettikten sonra açık bir pencereden fabrikaya girdi. Fabrikanın yönetim odasında bulduğu belgelere göre, köle olarak çalıştırılmak üzere taş ocaklarına götürülmüşlerdi.

    Serdar bir süre bu acı durumun üzüntüsünü yüreğinde taşıdı. Zamanla üzüntüsü hafiflemeye başladı. Onlardan ilgi görmediği halde onları kurtarmak için çırpınıp durmuştu. Fakat angaryanın da bir sınırı vardı. Bir idealistin anlattıklarına inansın diye kimseye baskı yapmaya, zor kullanmaya hakkı yoktu. Tek yapacağı inandırmaya çalışmak olabilirdi. Şimdi yeni bir program hazırlaması gerekiyordu. Dünyadaki canlılara faydalı olabilmek amacını güdüyordu. Bunu gerçekleştirebilmek için, bir an bile olsa, heyecanını kaybetmeden, sadece kendine özgü bir biçimde çalışmalarına sonuna kadar devam etmeye kararlıydı.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

    TİMSAH KIKI İLE HACER

    Timsah Kıkı, Nil Nehri’nin kıyısında dinlenirken, duyduğu çığlıklarla yerinden fırladı. Bir kayanın üstüne çıkıp etrafına bakındı. Bir çocuk akıntıya kapılmış sürüklenirken, karşı kıyıda insanlar koşarak çocuğu izliyordu. Şimşek hızıyla suya dalan Kıkı’nın gözüne son anda insanların birkaç kayıkla açılmakta oldukları takıldı. “ Onlar asla çocuğa yetişemezler “ diye düşündü. “ Çocuğu iyice yüzme öğrenmeden tek başına bırakmak yanlıştır. Eğer bırakırsan su onu yutar. “

    Kıkı az sonra çocuğa yetişti ve kocaman ağzını açıp hızla kapadı. Ancak çocuğa zarar vermemiş, sadece gömleğinin yakasından yakalamıştı. Geriye döndü, üç tane kayık geliyordu. Sevindi Kıkı çocuğu kurtarmıştı. Korku dolu gözlerle bakan çocuğa göz kırptı. “ Benim adım Kıkı, dedi, ya seninki? “ Çocuk gülümsedi: “ Benim adımda Hacer, dedi. Sağ ol Kıkı, hayatımı kurtardın. Sana bir can borçluyum. “

    “ Hayır, Hacer, dedi Kıkı, bana can borcun yok. Ben senin hayatını kurtardım, bu doğru ancak karşılık beklemeden yaptım bunu. Borçlu falan da değilsin bana. Ben dünya tatlısı Kıkı’yım, yüreğim sevgiyle çarpar benim, kimse için kötülük düşünmem ben..”

    Kıkı’nın konuşması yarıda kaldı, çünkü kalın bir sopa olanca hızıyla başına indi. Kayıklar sonunda yetişmiş ve kayıktakiler kötülük saçıyordu. Sopalar birbiri ardınca başına indikçe gözü döndü. Bana reva mı bu, diye düşündü. Yıllar önce annesinin anlattığı bir hikaye aklına geldi. Bu hikayede, bir ahtapot iki insanı mutlak bir ölümden kurtarıyor, fakat insanlar, ahtapotun başına ödül koyuyordu. Ahtapot, onları yanlışlarıyla baş başa bıraktıktan sonra hedefine ulaşıyor ve denize geri dönüyordu. Şimdi Kıkı’nın yapacağı en doğru iş, onları yanlışlarıyla baş başa bırakmak ve Hacer’i sağ-salim kıyıya ulaştırmaktı. Kıkı, aynen öyle yaptı. Sert bir kuyruk darbesiyle kayıkların arasından sıyrılıp himayesindeki insan evladının kumsala ayak basmasını sağladıktan sonra, gözlerindeki iki damla yaşı fark ettirmemeye çalışarak geri döndü. Amacı, olabildiğince uzaklara gidip, bu olayı unutmaktı. Beyinlerinden zeka fışkıran ve en akıllı yaratıklar olduğu iddia edilen insanlar bunlar mıydı? İnsanlar, kim bilir ne yanlışlıklar, ne hatalar yapıyorlar da bunları birbirlerine doğrusu budur diye yutturuyorlar mıydı?

    Nil Nehri’nin sularına dalarken adının ünlendiğini duyar gibi oldu. Sanki biri “ Kıkı…” diye bağırıyormuş gibi geldi. Kıkı, bu çağrıyı duymamazlıktan gelmedi. Derinlerden döndü, yüzeye çıktı. Bağıran Hacer’di. Hacer el ediyor, Kıkı, gel buraya, diye bağırıyordu. Öfkesini dindirmek için biraz su yuttu. O, hep böyle yapardı; öfkelendiği zaman biraz su yutar, öfkesini dindirirdi. Su genzine mi kaçmıştı ne, öksürdü Kıkı, üç-dört kez öksürdü. Boğazını temizledi ve usulca yüzerek Hacer’in yanına geldi. Hacer, dizlerinin üstüne çöküp, Kıkı’nın boynuna sarıldıktan sonra şunları söyledi: “ Canım Kıkı, sen iyi kalpli, temiz yürekli bir timsahsın. İyilik yapayım derken, kötülük buldun, ama her iyilik yapan kötülük bulmaz. Belki şu an için insanların kötü olduğunu düşünüyorsun, gerçekte kötü insanlar var ama iyi insanlar pek çok. İşte, bu iyi insanlardan biri de benim. Ben göğsümü gere gere iyi bir insan olduğumu söylüyorsam, bu durum benim iyi bir insan olduğumun işaretidir ve sen benim iyi bir insan olduğuma inanmak zorundasın. “

    Hacer sözlerini aniden kesmişti, bunun bir sebebi olmalıydı. Kıkı hızla geriye döndü. Kayıklar geliyordu. Hacer koşarak kayıkların önüne çıktı. “ Durun, gelmeyin, geri dönün “ diye bağırmaya başladı. Boşuna, her şey boşunaydı. Tüfekli, sopalı, bıçaklı adamlar kayıklardan indiler: “ Durun, Kıkı benim hayatımı kurtardı. Kimseye zararı yok onun, ona zarar vermeyin. İyi yürekli bir timsah o, kendi halinde, kimse için kötülük düşünmüyor. Bırakın gitsin, size ne yaptı? Neden onu öldürmek istiyorsunuz? “ diyerek feryat eden Hacer’in yüzüne gelen sert bir tokat onu yere düşürdü. Elinin tersiyle yüzünü silen Hacer; adamın vurduğu yerin kanadığını görünce son bir gayretle elini Kıkı’ya doğru uzatarak bağırdı ve bayıldı: “ Parçala onları Kıkı, parçala..”

    “ Olmasaydı iyi olurdu ama Hacer’in olacakları görmemesi daha iyi oldu. Ne kadar istesek de bazı kötü olayların önüne geçemiyoruz. Ben iyi bir timsahım ama kötülerle bir olma durumuyla karşı karşıya bırakılıyorum. Şu andan itibaren hala iyi düşünceler içinde olmaya devam edersem bu adamlar beni keserler. “

    Timsah Kıkı, rakipleriyle istediği yerde, istediği zamanda dövüşmekte kararlıydı. Gerisin geriye dönüp kaçmaya başladı. Amacı, adamları toprağa çekmekti. Toprak üstünde durunca ayakları daha rahat hareket ediyordu. Seri dönüşler yapıyordu. O zaman uzun kuyruğu çok önemli bir silah haline geliyordu. Kıkı, canını kurtarmak için kuyruğunu kullanacaktı. Kıkı, kayalıklar arasında dar bir yer bulup geri döndüğünde bir tüfeğin üstüne çevrildiğini fark etti. Gök gürültüsünü andıran sesin ardından sol gözü karardı, sol gözü görmez oldu. Sağ ön ayağıyla sağ gözünü kapatıp, ileri atıldı. Silahlar birbiri peşi sıra patlıyor, kurşunlar Kıkı’nın sert derisi üstünden sekiyordu. Bu arada Kıkı’nın kuyruğu akıl almaz bir hızla çevresine dehşet saçıyor, vurduğunu deviriyordu. Kıkı yediği onca sopadan sonra geriye gövdesinden ne kalırsa, Nil Nehri’ne ulaştırmak istiyordu. Sonunda, Kıkı, Nil Nehri’ne ulaştı ve derinlere daldı.

    Aradan aylar geçti. Kıkı’nın sol gözü görmeye başladı. Kurşun göze girmemiş, yan taraftaki deriyi parçalamıştı. Yara iyileşince göz görmeye başlamıştı. Bir kötü olayla karşılaştı diye Kıkı yaşam çizgisini değiştirmedi. Tutturduğu doğru yoldan sapmadı. İyilik, onun temel prensibiydi. Tüm canlı varlıkları seviyordu, çünkü Kıkı’nın kendine saygısı vardı. Kendine saygısı olmayanın başkalarına da saygısı olmazdı. Onlar sorumsuz bir yaşam sürerlerdi yani bedavaya yaşarlardı. Borç alır ödemezler, küfürlü konuşurlar, kalp kırarlar, düşünmeden hareket ederler, günahsız birine durup dururken vururlar, başkalarını kötülerler ve dedikodu yaparlardı. Söyler misiniz bana, bunları hangi kitap doğrular?

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

    Timsah Kıkı İle Hacer - Serdar Yıldırım - Sıradışı Yayıncılık - Yayın Yılı: 2011 - 16 sayfa

    DEVRİMCİ OLMAK İSTİYORUM

    Bugün şehrin sokaklarında gezerken,

    Yol kenarındaki bir banka oturdum.

    Öylesine sağa-sola bakınırken,

    Liseden bir arkadaşım,

    Beni gördü, yanıma geldi, oturdu.

    Kendisi avukat, bunu biliyordum.

    * * * *

    Oradan, buradan, geçmişten, gelecekten konuştuk.

    Arkadaşın babası tüccardı, iki kardeşi vardı.

    Onların uçakları vardı.

    Uluslararası nakliye işiyle uğraşıyorlardı.

    * * * *

    Avukat arkadaş: Serdar, biliyorsun ben Atatürkçüyüm.

    Atatürkçülüğün kral taraftarıyım.

    Bu kadarı beni teselli etmiyor.

    Atatürkçüyüm ama devrimci olmak istiyorum.

    * * * *

    Ben dedim: Bak arkadaş, Atatürk diyen devrimci demektir.

    Devrimci olmayan Atatürkçü olamaz.

    Devrim, daima ileriye dönük olur.

    Yenilikçi, çağdaş, medeni olunur.

    * * * *

    Geçmişi bilirsin, bugünü yaşarsın, geleceği görürsün.

    Geçmişten ders alırsın ama geçmişe dönülmez.

    Zaman geriye gitmez, saat tersine çalışmaz.

    İleri gidilir, karanlığı beynindeki ışıkla aydınlatırsın.

    * * * *

    Sen zaten devrimcisin daha fazla devrimci olmak istiyorsun.

    Atatürk'ün hayatını iyice öğrenmelisin.

    Türk'ün Kurtuluş Savaşı'nın en iyi bileni olmalısın.

    Bunları akşamdan sabaha kadar anlatacak düzeye erişmelisin.

    Korkma, yıkamazlar, sen artık gerçek bir devrimcisin.

    * * * *

    Dünya tarihinde devrim Atatürk'le başlar.

    Gerçek devrimciler, Atatürkçülüğün yılmaz bekçileridir.

    Onlar yıkılmazlar, yenilmezler, esir düşmezler.

    Atatürk ve devrimlerini yıkmak isteyenleri yıkar, geçerler.

    SON

    --------------------------------------------------

    CUMHURİYET DEĞİRMENİ

    Metresine kadar, santimetresine kadar,

    Bilimle, bilgiyle, kültürle inşa etti,

    Atatürk, bu Türkiye Cumhuriyeti'ni.

    Sonsuza kadar muzaffer olacaktır.

    * * * *

    Cumhuriyet Değirmeni kurulduğu günden beri

    Buğday, arpa, mısır öğütüp un haline getirdi.

    Cumhuriyete karşı çıkanlar, değirmenin çarkları arasında eridi.

    Bunlar kimdi? Adını hatırlayan var mı?

    * * * *

    Kurtuluş Savaşı'nı kazanınca, dünya Atatürk'ü örnek aldı.

    Baskı altındaki milletler ayaklandı.

    Mustafa Kemal başardı, biz de başarırız, dediler.

    Hindistan'da ingilizlere karşı Mahatma Gandi ayaklandı.

    Bu vatan bizim, defolun gidin, dedi.

    * * * *

    Devletlerin kurucu bir devlet başkanı olur.

    Halkını esir etmek isteyen dış güçlere karşı savaşır.

    Galip gelir, devlet kurar, heykelleri dikilir.

    Bu dünyada böyledir.

    Yeni kurulan hükümetler heykelleri yıkmaya çalışmaz.

    Kurucuyu önder kabul eder ve ülkeyi ileri götürür.

    Halkın refah seviyesini yükseltir.

    * * * *

    Türkiye Cumhuriyeti'nde ne yöneticiler geldi, geçti.

    Bunların çoğunun adını hatırlayan olmaz.

    Atatürk halkını aldatmadı, halkın güven kaynağıydı.

    Dünya durdukça adı kalplerden silinmeyecektir.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

    ATATÜRK

    Başında bir kalpak,

    Sırtında bir kürk.

    Kimdir bu diye sordular?

    Dedim Atatürk.

    * * * *

    Uygardır, medenidir.

    İnsanlık düzenidir.

    Dediler çağdaş kimdir?

    Dedim Atatürk.

    * * * *

    Trablusgarp, Bingazi'ye

    İtalyanlar asker çıkardı.

    Dediler kurtarmaya kim gitti?

    Dedim Atatürk.

    * * * *

    Çanakkale, Anafartalar,

    Seddülbahir, Conkbayırı

    Dediler düşmanın önüne kim çıktı?

    Dedim Atatürk.

    * * * *

    İngiliz gemileri,

    Sarayın önüne demir attı.

    Dediler teslim olan padişahı kim kurtardı?

    Dedim Atatürk.

    * * * *

    Yunan, İzmir'e çıkartma yaptı.

    Yüzlerce can aldı, evleri yağmaladı.

    Dediler İzmir'i kim kurtardı?

    Dedim Atatürk.

    * * * *

    Yunan Ordusu ilerledi.

    Ortalığı yakıp yıktı.

    Dediler Türk Ordusu'nu kim geri çekti?

    Dedim Atatürk

    * * * *

    Sakarya Irmağı doğusunda

    Orduyu eğitti, savaş öğretti.

    Dediler bu kim diye sordular?

    Dedim Atatürk.

    * * * *

    Hazır olduğuna inandı.

    Zafer mutlaktır dedi.

    Dediler Büyük Taarruz'u kim emretti?

    Dedim Atatürk.

    * * * *

    Osmanlı bitti dediler.

    Padişah gitti dediler.

    Dediler Türkiye Cumhuriyeti'ni kim kurdu?

    Dedim Atatürk.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

    ----------------------------------------

    KAHRAMAN ATATÜRK

    Adın anılacak dünya durdukça

    Sen en öndesin insanlık var oldukça.

    * * * *

    Yoktur bu dünyada benzerin, eşin

    Vatanı kurtarmaktı senin işin.

    * * * *

    İngiliz, fransız, yunan toplandı.

    Anadolu'da batağa saplandı.

    * * * *

    Geçilemez dedin, geçmeye geldi.

    Yenilgi acısı içmeye geldi.

    * * * *

    Tuzak kurdular, seni yenmek için,

    Sonunda kahroldular, neden, niçin?

    * * * *

    Planlar sonsuz güven altındaydı.

    Düşman komutan ateş hattındaydı.

    * * * *

    Zafer mutlaktı, yenilgi imkansız.

    Türk Ordusu çözülürdü, sancısız.

    * * * *

    Bir sen geldin, sen Mustafa Kemal'sin,

    Bilemediler asla yenilmezsin.

    * * * *

    Savaş alanında düşmana çarptın,

    Düşman pişman oldu, çok iyi yaptın.

    * * * *

    Kesin bir daha karşına çıkmazlar.

    Bin yıl geçse de seni unutmazlar.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım 2-3-2017

    ----------------------------------------------

    ATATÜRK'Ü SEVMEK ZORUNDASIN

    Kalbinde sevgi olmasa da

    Hiç kimseyi sevmesen de

    Atatürk bu vatanı kurtardı.

    Atatürk'ü sevmek zorundasın.

    * * * *

    Özgür ve bağımsız yaşıyorsan

    Köleliği düşman görüyorsan

    Hür düşünmeme engel olunamaz diyorsan,

    Atatürk'ü sevmek zorundasın.

    * * * *

    Atatürk sekiz yıl ailesinden ayrı kaldı.

    Gece gündüz demedi senin için savaştı.

    Yurduna saldıran düşmanları perişan etti.

    Atatürk'ü sevmek zorundasın.

    * * * *

    Samsun'a senin için çıktı.

    Erzurum ve Sivas kongrelerini senin için yaptı.

    Geceleri rahat uyku uyuyorsan,

    Atatürk'ü sevmek zorundasın.

    * * * *

    Evlendin, çocukların oldu.

    İşin var, maaşın var, aç değilsin.

    Sana bu yaşam kolaylığını sağlayan,

    Atatürk'ü sevmek zorundasın.

    * * * *

    Atatürk, Atatürk, Atatürk demelisin.

    Devrimlerinin takipçisi olmalısın.

    Yurdunu İngiliz'e, Yunan'a bırakmamak zorundasın.

    Atatürk'ü sevmek zorundasın.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

    --------------------------------------------------

    YILLAR ÖNCESİNDEN BİR RÜZGAR ESTİ

    Bir rüzgar esti, yıllar öncesinden

    İnegöl'deki evimizin bahçesinden

    O bahçede erik ağaçları vardı.

    Asmada salkım salkım üzümler

    Ve bir dut ağacı.

    * * * *

    İki uzun kollu adam

    Kollarını açsalar ve uğraşsalar,

    Parmakları birbirine değmezdi.

    Kalındı dut ağacının gövdesi.

    * * * *

    O bahçedeki iki katlı

    Ahşap bir evde doğdum.

    Önceleri Serdar'dım.

    Sonraları Serdar Yıldırım oldum.

    * * * *

    Ben on iki yaşındaydım.

    Yaşı benden büyük

    Birtakım insanlar tartışıyordu.

    Atatürk, bu ülke için ne yaptı diyordu.

    * * * *

    Ben haykırdım: Atatürk bu vatanı kurtardı.

    Türkiye Cumhuriyeti'ni kurdu.

    Şimdi özgür ve bağımsız yaşıyorsan

    Bunu Atatürk'e borçlusun.

    * * * *

    Atatürk'e saygı duymalısın.

    Devrimlerinin izinden gitmelisin.

    Atatürk, Atatürk, Atatürk demelisin.

    Atatürkçülüğün en büyük savunucusu olmalısın.

    * * * *

    " Boş versene çocuk sen ya

    Atatürk senin hayatın olmuş.

    Sen Atatürk dedikçe

    Beynin buz tutmuş, kalbin durmuş. "

    * * * *

    Ben, hayır, dedim.

    Beynim buz tutmaz, kalbim durmaz.

    Ben Atatürk dedikçe

    Beynim aydınlanır, kalbim hızlı çarpar.

    * * * *

    Aradan elli yıl geçti.

    Doğduğum eve gittim, bahçeye çıktım.

    Dut ağacı çok büyümüş, güçlenmiş.

    Kökleri dünyanın tabanına ulaşmış.

    * * * *

    Dedim, dut ağacı gibi,

    Yıllarla benim Atatürk sevgim büyümüş.

    Kollarımı bir kaldırdım ki,

    Ellerim bulutları tutarmış.

    SON

    O CESUR YÜREKTE YÜZLERCE ASLAN YATAR

    Anadolu dört bir yandan kuşatılmıştı

    Ordular dağıtılmıştı, silahlar toplanmıştı

    Halk, çaresizdi, mal, can emniyeti yoktu

    Her yer karanlıktı, göz gözü görmüyordu

    Anadolu düşman çizmesi altında eziliyordu.

    * * * *

    Ruslar, 1914 yılında Anadolu'ya girdi ve Erzurum'u kuşattı

    Enver Paşa başarılı olamadı

    Ruslar, Erzurum, Muş, Bitlis ve Erzincan'ı ele geçirdi

    200 bin kişilik Rus Ordusu yenilmezdi

    Mustafa Kemal dediler, az bir kuvvetle Rusları durdurdu, dediler

    Mustafa Kemal adı kısa zamanda Anadolu'ya yayıldı

    Dillerde, gönüllerde Mustafa Kemal vardı

    O, karanlıkta bir ışıktı ve Anadolu ışığa koştu

    Dünya durdukça sönmeyecek bir ışığa, Mustafa Kemal'e koştu

    * * * *

    Anadolu'da Türk olmayan, başka milletlerden insanlar vardı:

    Ne Mustafa Kemal'i, kim bu Mustafa Kemal dediler

    Türk Halkı dedi: Sıra dışı bir komutan, mert, yiğit

    O cesur yürekte yüzlerce aslan yatar.

    * * * *

    Türk olmayanlar, Mustafa Kemal'i sevmeyenler, dedi.

    Bizim komutan Trikopis, İzmir'e geliyor

    Tilkiden kurnaz, kaplandan kavgacıdır.

    Mustafa Kemal'i Anadolu'dan söker, atar.

    * * * *

    Türk Halkı dedi: Yunan komutan Trikopis gelsin ve ne olacağını görsün

    Türk, teslim olmaz, köle olmaz, boyun eğmez, bunu bilsin

    Türk'e boyun eğdirmek isterken,

    Kendisi boyun eğmesin.

    * * * *

    Dünya tarihi boyunca pek çok millet

    Türk Milleti'ne boyun eğdirmek istemiştir

    Böyle bir şey mümkün olmayınca

    Dilini dibine çekip sessiz kalmıştır

    Baskı altındaki milletler, Mustafa Kemal Atatürk'ü

    Örnek alarak bağımsızlıklarını kazanmıştır.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım 28-8-2021

    --------------------------------------------------------------------

    KAHRAMAN MUSTAFA KEMAL

    Karşıdan bir atlı geliyor

    Bana selam veriyor

    Nereye gidiyorsunuz, diyorum

    Çanakkale'ye diyor.

    * * * *

    Yolunuz açık olsun

    Şansınız bol olsun

    Bileğiniz bükülmesin

    Sırtınız yere gelmesin.

    * * * *

    " Yolum açıktır, çocuk

    Şansımı kendim yaratırım

    Bileğimi bükecek çıkmadı

    Sırtımı yere getirecek doğmadı. "

    * * * *

    Kahraman bir savaşçısınız

    Göğsünüz madalya dolu

    Bu genç yaşta bu kadar madalya

    Dünya tarihinde görülmemiştir.

    * * * *

    " Yurduma saldıran düşmanlara karşı koydum

    Onlarla savaştım ve galip geldim

    Sence bu kadarı yeterli değil mi?

    Biz savaş oyununa daha yeni başladık. "

    * * * *

    Belli ki Çanakkale yeterli gelmeyecek

    Anladım Anadolu düşmanla dolacak

    Türk'ün özgürlük savaşı başlayacak

    Türk Bayrağı'nı göndere Mustafa Kemal dikecek.

    * * * *

    " Dur bakalım, aslanım, soluklan biraz

    Derin bir nefes al, kendine gel

    Az önce Türk Bayrağı dedin, Mustafa Kemal dedin

    Ben adımı söylemedim, beni nasıl tanıdın? "

    * * * *

    Ey gelmiş geçmiş en büyük kahraman

    Savaş meydanlarının yenilmez armadası

    Ben gelecekten geliyorum, seni nasıl tanımam

    8-8-2021 tarihinden sana nasıl ulaşamam?

    * * * *

    Ben her gün haykırıyorum Cumhuriyet diyorum

    Sizin kurduğunuz Türkiye Cumhuriyeti yıkılmaz diyorum

    Bunun için beynimi paramparça ediyorum

    Tarihin dipsiz karanlığında bir ışık arıyorum.

    * * * *

    Nice savaşlardan sonra, Türkiye Cumhuriyeti'ni kuracaksınız

    Tarihe isminizi altın harflerle yazdıracaksınız

    Baskı altındaki milletlere örnek olacaksınız

    Mustafa Kemal başardı, biz de başarırız dedirteceksiniz.

    * * * *

    " Demek ki daha yolun başındayım

    Vatanımı savunarak dünyaya örnek olmalıyım

    Yenilmemeliyim, yenmeyi öğrenmeliyim

    Dünya durdukça ezilen halklara örnek olmalıyım.

    * * * *

    Benim adım Mustafa Kemal

    Cumhuriyet düşmanlarının yenilmez savaşçısıyım

    İçinde demokrasinin bol olduğu

    Türkiye Cumhuriyeti'ni kurmaya kararlıyım.

    * * * *

    Her dört yılda bir seçim olmalı

    Halk, beğenmediği yöneticiyi değiştirebilmeli

    İktidarda olan yönetici oyları değiştirmemeli

    Beğenilmiyor ise, gitmeyi bilmeli.

    * * * *

    Türkiye Cumhuriyeti'ni genç beyinler yönetmeli

    Bu genç beyinler aydınlığa yönelmeli

    Çağlar ötesinden değil, gelecekten beslenmeli

    Karanlığı reddetmeli, geleceğe ışık yakmalı. "

    * * * *

    Ey büyük güç, ey büyük kudret

    İlkelerinin yılmaz takipçisiyim

    Bu ilkeleri insanlara ulaştırmada

    Işık hızındayım çünkü bunda kararlıyım.

    * * * *

    Mustafa Kemal atına bindi

    Bana el salladı

    Sonra görüşürüz, dedi.

    Çanakkale'ye doğru hızla uzaklaştı.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

    GÜMÜLCİNE GÖÇMENİ 60 YAŞLARINDA AHMET BEY ANLATTI

    " Benim dedem Halil Çavuş Osmanlının son zamanlarında 21 yıl askerlik yapmış. Cephelerde savaşmış. İngiliz, Suriye'de arapları kandırırmış. Getirdiğin her Osmanlı askeri için, sana bir reşat altını dermiş. Arap askeri, Osmanlı askerini bağlayıp getirirmiş. İngiliz, araba altını verirmiş. İngiliz geri almasın diye, arap altını yutarmış. Sonra ingiliz Osmanlı askerini yüzükoyun boğazı raylara gelecek şekilde yatırırmış. Tren askerin üstünden geçermiş. İngiliz sonra kılıçla arabın karnını yarar, altını alırmış.

    Osmanlı askeri ile arap askeri cephede ingilize karşı savaşırken, arap, arkadaşı Osmanlı askerini siperde arkadan vururmuş. Mustafa Kemal Atatürk, bu durumu bildiği için, tayin olduktan sonra orduyu şimdiki sınırlara çekmiş.

    Halil Çavuş, Cumhuriyet ilan olduğunda en çok sevinenlerden biriymiş. Şu araplardan kurtulduk, dermiş. Daha uzun yıllar yaşamış. Öldüğünde oğlu 75 yaşındaymış. Ahmet Bey şimdiki gençler bunları bilmiyor. Bilseler yanlış akımlara kapılmazlar, dedi.

    " Bu anlattıklarınızı gençlere ve genç kalmasını bilenlere duyurmama izin var mı? " diye sordum. Ahmet Bey dikkatli bir şekilde gözlerime baktı. Başını salladı. İzin senin, dedi.

    " Söylediklerimi hatırlayabilecek misin? İstersen bir kağıt kalem al, yaz, "

    " Merak etmeyin, virgülüne kadar beynime yazdım. Eve gidince defterime de yazarım. Dünya durdukça insanlar bunları unutmaz ve yanlıştan uzak kalırlar. "

    Yazan: Serdar Yıldırım

    ÇANAKKALE'DE BEN VARDIM

    İster miydim Anadolu işgal edilsin?

    İster miydim ordular dağıtılsın?

    İster miydim padişah teslim olsun?

    İstemezdim, böyle olsun istemezdim.

    * * * *

    Anadolu harap, bitap bir haldeydi.

    Türlü katliamlar yaşanmaktaydı.

    İnsanımın koruyanı, kollayanı yoktu.

    Sonunda İngiliz gemileri Çanakkale'ye geldi.

    * * * *

    Alman komutan Liman Von Sanders Türk birliklerinin başındaydı.

    Tabyalar savunmasızdı, ateş hattındaydı.

    Düşman çok güçlüydü, kayıplar artmıştı.

    Siperler gerilere, daha gerilere çekilmişti.

    * * * *

    Ben geldim Çanakkale'ye insanlar beni tanıyorlardı.

    Liman Von Sanders bir cephe sana yeter mi dediydi?

    Ben hayır dedim, bütün cephelerin komutanlığını bana vermelisiniz.

    Dediğim aynen oldu, Çanakkale'de ben vardım.

    * * * *

    Geceleri uyku tutmazdı beni.

    Atıma bindiğim gibi dörtnal uzaklaşırdım.

    Düşman sabaha karşı nereden çıkartma yapar.

    Bunun planını yapar, önlemini alırdım.

    * * * *

    Çanakkale'de dört - beş gün uyumadığım olurdu.

    Bir gece saat iki sularıydı.

    Birliğime geri döndüm ve emrimi verdim:

    Conkbayırı'na beş yüz asker çıkarın, mevzilensinler.

    * * * *

    Aman komutanım, dedi, diğer subaylar.

    Orası kuş uçmaz, kervan geçmez bir yerdir.

    Ne gereği vardır orada beş yüz askerin.

    Bir asker bile gitmese daha doğrudur.

    * * * *

    Siz dedim, beş yüz askeri gönderin.

    Evet, dediler, gönderdiler.

    Sabaha karşı Anzaklar Conkbayırı'ndaydı.

    Ama ben de Türk Askeri'nin yanındaydım.

    * * * *

    Kılıcım sağ elimdeydi, tabancam sol elimde.

    Bütün bir gün savaştık can siperhane.

    Yıkılmadık, yenilmedik, galip gelen biz olduk.

    Kazanan biz, yenilen İngiliz oldu.

    Yazan: Serdar Yıldırım

    RESSAM VAN GOGH İLE SERDAR YILDIRIM

    Zaman gezgini olarak bir araya geldik. Ben bu hikayenin yazarı Serdar Yıldırım ve dünyanın gelmiş geçmiş en büyük ressamı olarak adı anılan Hollandalı Van Gogh. Paris'te bir müzayede salonunda Van Gogh'un "Kafede Akşam" adındaki tablosu satıldı. Yüzden kapı açıldı. Yüz on, yüz yirmi derken, iki yüz milyon dolara alıcı buldu. Van Gogh her pey sürüşte vay be, vay be dedi, durdu.

    Ben: " Sayın Van Gogh, bu bir dünya rekoru. Bugüne kadar hiçbir ressamın tablosu böylesine astronomik fiyata satılmadı. "

    Van Gogh: " Arkadaş, bilmem inanır mısın, ben birkaç tablomla birlikte bu tablomu da mahalle bakkalına bırakmıştım. Tanesine on gulden dersin demiştim. O zamanlar on gulden iki dolar ediyordu. Tabloları alan olmadı. Biri satılsa zeytin, peynir ve ekmek alacaktım. Zaman bana çok zalim davrandı. Yetenek var ama açsın, bırak Van Gogh'un aklı kaçsın. Çıldırmak işten değil. "

    Ben: " Sayın Van Gogh, siz ortaya çıksanız, ben bu tabloyu yapan ressam Van Gogh'um deseniz. Tablonuzu satın almak için, fiyat artıran şu dolar milyonerleri, size yüz dolar bağış yapmazlar. "

    Van Gogh: " Sen de abarttın ama yüz dolar vermezlermiş? Ben de elli dolar isterim. Vermezlerse intihar ederim. "

    Van Gogh müzayede salonunun orta yerine çıktı. Ellerini havaya kaldırdı. Kendini tanıttı. Salondakilerin ağzı açık kaldı. Doğru dediler, bu Van Gogh. Rica etsem bana elli dolar verebilir misiniz? dedi. Başlar öne eğildi.

    " Neden ama ? " dedi, Van Gogh. " Herkes bir dolar verse elli dolar toplanır. Bana karşı bu cimrilik neden? "

    Sessizlik bir süre devam etti. Sonunda ön sırada oturan bir holding sahibi, şimdi size o parayı verirsek hayatın sıkıntısından kurtulur, rahatlarsınız. Bir daha böylesine üst düzeyde resimler yapamazsınız diye endişe ediyoruz, dedi.

    Serdar Yıldırım ayağa fırladı ve gür sesiyle haykırdı: " Hayır, " dedi. " Yalan söylüyorsun. Van Gogh yaşarken parasal yardım yapılsaydı çok daha üst düzeyde, çok daha kaliteli resimler yapardı. O zamanın insanları, nasılsa bu da ötekiler gibi tarihin karanlıkları arasında kaybolup gider, diyerek yardım etmediler. Kim bilir nice ressam, heykeltraş, yazar, şair, sporcu, besteci ve diğer sanatsal uğraş içinde olanlar karanlıklarda kaybolup gitti. Binde bir böyle kaybolmayanlardan biri olan Van Gogh'un eseri milyon dolara satılıyor. Siz aslında insanlığın geleceğini satıyorsunuz ve gelecek yok oluyor, bunu fark edemiyor musunuz? "

    Serdar'ın haykırışına cevap veren olmadı. Müzayede salonunda birkaç dakika sonra iki adam kalmıştı. Sessizliği Van Gogh bozdu: " Sen haklı çıktın Serdar, intihar etmeye gidiyorum. "

    Serdar: " Dur Van Gogh. Yıl 2018. Senin kadar olmasa da ben de zor durumdayım. Bir iş bulmaya kalksam, hikaye yazma işini bırakmam gerekir. Otuz dört yıllık bir uğraştan vazgeçemem. Bak ben intihar etmem, sen de intihar etme. "

    Van Gogh: " O zaman gel beraber intihar edelim. "

    Serdar: " Hayır. intihar yok. Acılara birlikte göğüs gereceğiz ve galip geleceğiz. Şimdiye kadar hiç yenilmedim ve sen de yenilmezsin. Önümüze çıkarılan engelleri yıkıp geçelim. "

    Serdar anlattıkça Van Gogh'un yüzü bembeyaz kesildi. O'nun anlattıklarını başını indirip kaldırarak tasdik etti. Sen haklısın, ben bir ellerimi yıkayıp geleyim, dedi. Yerinden kalktı, lavaboya doğru yürüdü.

    Aradan zaman geçti. Tabanca sesi duyuldu. Serdar lavaboya koştu. Van Gogh yerde yatıyordu. Serdar gözyaşları içinde kaldı. Elli dolar verseler ne yapar eder Van Gogh'a iki tablo yaptırırdım. Bu iki tablo onların elli dolarını fazlasıyla karşılardı. Van Gogh gerçek hayatında tabanca ile yaşamına son verdiğinde otuz yedi yaşındaydı ve hep otuz yedi yaşında kaldı. 1853-1890 yılları arasında yaşamış yoksul bir ressamdı. Kendisini saygıyla anıyorum.

    SON

    ULUDAĞ TARZANI AHMET

    Bursa Hayvanat Bahçesi'nde çalışmakta olan Kemal dürbünüyle Uludağ'ı gözlemliyordu. Kemal birden irkildi. Gördüğüne inanamadı. Ağaçlar arasında bir boşluk vardı ve orada ağaç yoktu. Halbuki geçen gün orası ağaç doluydu. Dürbününü sağa doğru kaydırdı. Birtakım adamlar, ellerinde baltaları ağaç kesiyordu. Yutkundu. Sağ yumruğunu salladı: " Benim adım Kemal, ben size orada ağaç kestirmem, " diye söylendi. Yan taraftaki tel örgülerin arkasında duran arkadaşı Hayri'ye seslendi: " Hayri, Uludağ'da ağaçları kesiyorlar. Fırla koş, Uludağ Tarzanı Ahmet'e git. Tarzan, bu kesimi engeller. "

    Hayri: " Bunlar bir fidan dikmişler mi, ağaçları kesiyorlar? İnsan olmanın erdemine ulaşamamışlar sanırım. Geri zekalılar, " dedi ve tel örgülerin üstünden atladı. Hedefi Uludağ'dı ve Tarzan'ı bulmalıydı. Tarzan bu işin üstesinden gelirdi.

    Hayri, Tarzan'ı buldu. Olanları öğrenen Tarzan çok kızdı ve şunları söyledi: " Dededen, babadan kalan ağaçları, sen de çocuğuna, torununa ulaştır. Ağaçlar kesilirse, soluduğumuz hava kirli olur ve çeşitli hastalıklara yakalanırız. Ağaçları kesmeyip korumak lazım. Boş arazilere fidan dikmemiz gerekir. "

    Tarzan şimşek hızıyla harekete geçti ve ağaç katliamına dur dedi. Toprağa bağımlı yaşayan, kaçamayan, kendini kollayamayan, var olmaktaki amaçları canlılara yaşam sunmak olan ağaçlar sevindiler. Nihayet onlara arka çıkan biri olmuştu.

    Tarzan'ın gelmesiyle ağaç kesmeyi bırakıp baltalarını yere atan adamlardan biri şöyle dedi: " Tarzan, bu bizim ekmek kapımız. Ne kadar çok ağaç kesersek, o kadar çok para kazanıyoruz. "

    Bir başkası ise, şöyle dedi: " Ya bırak Tarzan, kırp gözünü görmezden gel. Görmezsen bizi, görürüz seni. Şu yüz lirayı al, bozdur bozdur harca. "

    Tarzan: " Arkadaşlar, öncelikle bu sizin ekmek kapınız değil. Gücünüz, kuvvetiniz yerinde. Gidin başka iş bulun. Şu yaptığınız iş sayılmaz, kazandığınızın bereketi olmaz. Yer yer doymazsınız, hiç bir zaman mutlu olmazsınız. Bir ağaç kesen bir baş keser, o ağacı kesen el taş kesilir. "

    Uludağ Tarzanı Ahmet'in gür sesi ve kararlı konuşması başları öne eğdirdi. Zaten ağaç kesen adamlar inanmadıkları şeyler söylüyorlardı. Tam gidiyorlardı ki, onları buraya getiren, bir ağacın gölgesine sığınıp orada yatmakta olan ve duyduğu konuşmalar üzerine kalkıp gelen Hasan Ağa: " Selam Tarzan, ben Hasan Ağa'yım. İsteyerek konuşmalarınızı duydum. Biraz üzüldüm, biraz sevindim. Üzüldüm, keşke gelmeseydin ve kesebildiğimiz kadar ağaç kesip gitseydik. Sevindim, senin gelmen iyi oldu. Nice zamandır Bursa'dan bu ormanlara bakar ve iç geçirirdim. Şu ağaçları kessem de küpümü doldursam, diye düşünürdüm. Uludağ Tarzanı Ahmet derlerdi, o ağaçları, ormanları korur. Senin korkundan buraya çıkamamıştım. Bugün bir cesaret bulup geldim ve epey ağaç kestirdim. Demin yüz dedilerdi, az dediler. Sen karanlığa kadar izin ver, al şu bin lirayı harca, ye, iç. Bana bir ay izin versen Uludağ'da kesilmedik ağaç bırakmam. "

    Bunun üzerine Tarzan: " Bana bak Hasan Ağa, ayaklarının dibine bıraktığın ve benim eğilip almamı beklediğin o parayı al cebine sok. Değil Uludağ, burada bulunan bir ağaç için, milyon versen fikrimi değiştirmem. Senin bundan sonra ağaç kesmene izin vermem. Parayla satın alınan insanlar vardır ama dünyadaki bütün paraları toplayıp gelsen, ben satılık değilim. "

    Tarzan'ın sözleri karşısında Hasan Ağa insanlığından utandı. Başını önüne eğdi ve iki damla gözyaşı göz pınarlarından süzüldü. Param çok olsa dünyayı satın alırım derken, işte gelmiş Tarzan'a toslamıştı. İşçilerine gündeliklerini ödeyip evlerine yolladı. Derin bir çukur kazıp baltaları gömdü. Kestirdiği ağaçlardan özür diledi. Tarzan'dan izin alıp, ağaçları korumak için, Uludağ'ın batı tarafına yöneldi. Yaşam zincirini kırmış, kimliğini değiştirmişti. Artık Hasan Ağa yoktu, Tarzan Hasan vardı.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

    EŞSİZ ASKER ATATÜRK

    O, bir millete baştı.

    Yel oldu, dağlar aştı.

    Sel oldu, düşman kaçtı

    Tüm dünya buna şaştı

    Eşsiz asker Atatürk.

    ---------------------------------

    ATATÜRK VE CUMHURİYET

    O'nsuz tarih olmazdı.

    O, doğmasaydı.

    Tarih kitaplarını yırtardım,

    Cumhuriyet kurulmasaydı.

    ---------------------------------

    CUMHURİYET

    Haykır durma, Cumhuriyet 96 yaşında.

    Dört mevsim yaşanıyor, toprağında, taşında.

    * * * *

    Birbiriyle kaynaşmış Türk Halkı'nın sesi var.

    Asrımızın ileri, güçlü Türkiye'si var.

    * * * *

    O güçlü Türkiye'nin önderi, lideri var.

    Elinde meşalesi Yüce Atatürk'ü var.

    * * * *

    Sarsılmaz irademiz, bükülmez bileğimiz.

    Işığıyla aydınlanır uygarlık yolumuz.

    * * * *

    Cumhuriyet sonsuza, sonsuza ulaşacak.

    Bütün diğer devletler ondan geri kalacak.

    ----------------------------------

    BAŞKOMUTANLIK MEYDAN MUHAREBESİ

    - Dumlupınar Meydan Muharebesi -

    Kütahya'ya bağlı Dumlupınar yakınındaydı.

    Tarih 30-Ağustos-1922

    Beşinci günüydü Büyük Taarruz'un.

    Yunan işgal kuvvetlerine karşı

    Kesin bir Türk zaferiyle sonuçlandı.

    Şahsen yönetilmişti,

    Mustafa Kemal Paşa tarafından.

    -----------------------------------

    DEVRİMCİ MUSTAFA KEMAL

    Ağaçlara, taşlara, yapraklara, kuşlara

    Denizlere, göllere, ırmaklara, çaylara

    Gelip geçen yıllara, mevsimlere, aylara

    Duygularım coşar, sel olur, seni sorarım.

    * * * *

    Selanikim, Samsunum, Ankaram, İstanbulum

    Karadenizim, Marmaram, Egem, Akdenizim

    Başka izmleri boş ver yeterli Kemalizm

    Hedef zirve çünkü ben gerçek bir Türk genciyim.

    * * * *

    Bir volkan gibi kabardım, kabıma sığamam.

    İlkelerinden başkasına gidip sığınmam.

    Sen varken uzakta yol gösterici aramam.

    Ben bu yurdu emanet ettiğin Türk genciyim.

    --------------------------------------

    MUSTAFA KEMAL ATATÜRK CUMHURİYET DEMEKTİR

    Bu topraklarda Cumhuriyet özgürlük demektir.

    Özgürlük Anadolu'da Cumhuriyet demektir.

    Özgür olmak isteyen yeni nesillere,

    Altın tepsi içinde Cumhuriyeti sunduk biz.

    * * * *

    Çilesini biz çektik, acısını biz yaşadık.

    Yıllarca Kurtuluş Savaşı için ömür törpüledik.

    Pek çoğumuz evine geri dönemedi.

    Bebeklerimiz bize bir kez baba diyemedi.

    * * * *

    Vatanımızı savunduk düşmana karşı.

    Gündüz ve gece bekledik siperlerde.

    Bağrımıza hançer saplandı istemesek de.

    Hançeri bağrımızdan çıkarıp düşmana sapladık.

    -----------------------------------------

    SONSUZA KADAR KALBİMDESİN

    Ey tarihin kaydettiği büyük komutan!

    Bu vatanı kurtardın diye sana şükran borçluyum.

    Temelleri çok sağlam Türkiye Cumhuriyeti'ni kurdun.

    Gösterdiğin olağanüstü kahramanlığa minnettarım.

    * * * *

    Ey tarihin kaydettiği eşsiz devlet adamı!

    On beş yıl onurlu ve şerefli bir yönetim gösterdin.

    Başarılarından dolayı seni alkışlıyorum.

    Gönlümden derlediğim bir demet çiçeği armağan ediyorum.

    --------------------------------------------

    BİR GÜNEŞ GİBİ DOĞDUN

    Şan, şeref ve onurla taşıdın Türk Bayrağı'nı.

    Olmaz, dediler, bu vatan kurtulmaz, dediler.

    Bitti, dediler, her şey bitti, dediler.

    Anadolu yandı, yıkıldı, tükendi, dediler.

    Sonra sen bir güneş gibi doğdun,

    Anadolu'nun bağrında karanlığı boğdun.

    * * * *

    Yenilmeyiz biz, yeneriz diyenleri tükettin.

    Topun, tüfeğin az olsa bile onları alt ettin.

    Şanlısın sen, Türklük sana şükran borçlu.

    Türklüğü zirveye taşıdın, sürünsün onlar yer altında.

    -------------------------------------------

    VATANI KURTARMAK YETMEZDİ

    Devrim gerekliydi.

    Devrim; değişim, çağdaşlaşma demekti.

    Fikirde, düşüncede devrim

    Kılık, kıyafet devrimi

    Şapka devrimi

    Kadınlara özgürlük

    Harf devrimi

    Gelin, tamamlayalım devrimi, dedim.

    Geldiler, tamamladık.

    Çağdaşlaştık, medenileştik.

    İlkellikten kurtulduk, modernize olduk.

    Modern olduk.

    Çağın gereklerine uyduk.

    Yazan: Serdar Yıldırım

    ATATÜRK BİR DEHA

    Deha, çağının çok ilerisinde

    Fikirlerle donanmış demektir

    Deha, özgür ve bağımsızdır

    Tarz yaratır ve bu tarzı

    İnsanlığın yararına kullanır.

    * * * *

    İnsanlığa yararı olsun diye

    Ortaya atılan fikirler

    Anında herkes tarafından

    Kabul görmez.

    * * * *

    Orta çağ karanlığında yaşayanlar,

    Yaşadığı çağdan ayrılmak istemez

    İlerici fikirleri kabul etmez

    Kendisi gibi gerici olmayanların

    Önünü kesmeye çalışır.

    * * * *

    Cumhuriyet ilan edildikten sonra

    Atatürk: Asıl savaşımız bundan sonra başlıyor, demiştir.

    O'nun devrimlerine

    En yakın arkadaşlarından karşı çıkanlar oldu.

    * * * *

    Ben maaşımı padişahtan alıyordum

    Şimdi maaşımı kimden alacağım, diyenler

    İstanbul'da her gün binlerce kişiye

    Mustafa Kemal, Samsun'a çıktı

    Anadolu'ya gidelim,

    Kurtuluş Savaşı'nı başlatalım, diyenler.

    * * * *

    Aradan zaman geçtikçe

    Anadolu karanlıktan kurtuldukça

    Kültür, Anadolu'yu aydınlattıkça

    Ülkeyi terk edenler oldu.

    * * * *

    Bunlardan, Atatürk aramızdan ayrıldıktan sonra

    Mustafa Kemal haklıymış, deyip

    Geri dönenler oldu.

    Aralarından milletvekili seçilenler oldu.

    * * * *

    Atatürk hakkında araştırma yapalım

    Gerçekleri öğrenelim

    Kendimiz bir tarz yaratalım

    Atatürkçü olalım.

    * * * *

    İnsanoğlu beyninden prangaları söküp atarsa

    En yüceye, en büyüğe ulaşır

    Benim de, büyüğüm de

    Yabancı güce boyun eğme

    Sen Türk'sün, Türk olduğunu unutma.

    * * * *

    En büyük Türk Atatürk de

    O'nun izinden git

    Başka her türlü yol

    Senin için, çıkmaz yol.

    SON

    ------------------------------------------------------------

    ATATÜRK GİBİ OLMAK

    Halktan yana olmak

    Halkla birlikte olmak

    Yanlış kararlar alıp

    Halkın nefretini kazanmamak.

    * * * *

    Öz güven sahibi olmak

    Halka güvenmek

    Halkın istemediği bir durumun

    Yaşanmasına asla izin vermemek.

    * * * *

    Atatürk gibi olmak

    Savaşta ve barışta

    Halkın canını

    Kendi canından üstün saymak.

    * * * *

    Atatürk gibi olmak

    Bir tek vatandaşının canına

    Kefil olmak

    Vatandaşını koruyamıyorsan

    Görevini bırakmak.

    * * * *

    Atatürk gibi olmak

    Tarımda ve hayvancılıkta

    Anadolu'nun ve Trakya'nın

    Dünyada ön sıralarda olmasını sağlamak.

    * * * *

    Yönetimine geldiğin

    Dünya durdukça var olacak

    Türkiye Cumhuriyeti'nin

    İleri gitmesini sağlamak.

    * * * *

    Atatürk, Atatürk demek

    Atatürk ilke ve devrimleri

    Işığında yolunu aydınlatmak

    Başka her yolun karanlık

    Olduğunun farkına varmak.

    SON

    ----------------------------------------------------

    MUSTAFA KEMAL GERÇEK, GERİSİ YALAN

    İngiliz'in izniyle yunan

    Batı Anadolu'yu etti talan

    İmkansızı mümkün kılan

    Mustafa Kemal gerçek, gerisi yalan.

    * * * *

    Yunan, Batı Anadolu' da çok can aldı

    Evleri yağmaladı, köyleri yaktı

    Efeler, yunan için, dağa çıktı

    Yunanla savaştı, bu vatan bizim, dedi.

    * * * *

    Takviye kuvvetler cepheye geldi

    Yunan, zafer naraları attı

    Çarpışmalar şiddetli geçiyordu

    Efeler, giderek azalıyordu.

    * * * *

    Kurtuluşun bir yolu olmalıydı

    Anadolu yunana teslim edilemezdi

    Halk, bir bütün olarak harekete geçmeliydi

    Ancak halka bir önder gerekliydi

    Bu önder Mustafa Kemal olabilir miydi?

    * * * *

    Doğuda az bir kuvvetle rusları durduran

    Çanakkale'de ingiliz ve fransızları bozguna uğratan

    Yurdun her karış toprağını kahramanca savunan

    Mustafa Kemal olabilir miydi?

    * * * *

    Mustafa Kemal, Anadolu halkını harekete geçirdi

    Onlardan seninleyiz mesajını aldı

    Büyük Taarruz'da en öndeydi ve ileri atıldı

    Pek çok can O'na göğsünü siper etti

    O yaşamalıydı ve Anadolu düşmandan kurtulmalıydı

    * * * *

    Mustafa Kemal güveni boşa çıkarmadı

    Yurduna saldıran düşmanları perişan etti

    Kurtulanlar, ülkelerine zorlukla kaçtı

    Geride kalanlar için, acı son vardı

    SON

    -------------------------------------------------------

    YA ATATÜRK OLMASAYDI?

    Anadolu'da kilise çanları çalardı

    Etnik azınlık Türkler, bundan rahatsız olurdu

    Camiler kiliseye çevrilirdi

    Ezan sesi duyulmazdı.

    - * * *

    Papazlar, hayata yön verirdi

    Krallara taç giydirirdi

    Beşe bölünen Anadolu'da

    Beş krallık hüküm sürerdi.

    - * * *

    İngiliz, Fransız, İtalyan

    Anzak ve Yunan Krallığı

    Anzaklar kimdir derseniz

    İngilizler tarafından

    Çanakkale'ye getirilen

    Avustralya yerlileri.

    - * * *

    Ey şimdiki zamanda yaşayan insan,

    Sen hayatta olmazdın

    Baban, annen var olmazdı

    Onlar bu dünyaya gelmezdi

    Seni dünyaya getirmek için,

    Geleceği ezmezdi.

    * * * *

    Atatürk ilkeleri ve devrimleri

    Işığında yolunu aydınlat

    Sana başka önder gerekmez

    Tek önderin Atatürk olmalı.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

    BEN MUSTAFA KEMAL OLSAYDIM

    Selanik'te doğsaydım

    Şemsi Efendi İlkokulu'nda okusaydım

    24 yaşında yüzbaşı olsaydım

    Yurdun kurtuluşu yolunda adım atsaydım.

    * * * *

    Tayin olduğum her yerde

    Suriye'de, Sofya'da

    İki-üç subay arkadaşım bile olsa

    Örgütlenseydim, onlarla haberleşseydim.

    * * * *

    Sonunda Çanakkale'ye gelseydim

    Komutayı ele alsaydım

    İngiliz, Fransız savaş gemilerini

    Boğazın karanlık sularına gömseydim.

    * * * *

    19-Mayıs-1919' da

    Samsun'a çıksaydım

    Amasya Tamimi'ni yayımlasaydım

    Erzurum ve Sivas Kongrelerini yapsaydım.

    * * * *

    Ben Mustafa Kemal olsaydım

    Bunları başarabilseydim

    Böylesine büyük ve görkemli olabilseydim

    Tarihe ismimi altın harflerle yazdırabilseydim.

    * * * *

    Bu yazdıklarımı ben başaramazdım

    İki kişiyi bir araya getirip örgütleyemezdim

    Conkbayırı'nda gece saat 04:30'da

    Hücum deyip ileri atıldığımda

    Asker peşimden gelmezdi.

    * * * *

    Ben Mustafa Kemal olmaya özendim

    Keşke Mustafa Kemal olsam dedim

    Dünyada yaşayan insan neslinin

    Mustafa Kemalci olması tek dileğim.

    * * * *

    Ey gelecek yeni nesiller

    İnsan evlatları, Türk çocukları

    Mustafa Kemal Atatürk'ü unutmayın

    Özgür ve bağımsız kalın.

    * * * *

    Kimse size baskı yapamaz

    Böyle düşüneceksin diyemez

    Beyninize pranga vuramaz

    Çağ dışı bir yaşamı bugüne uyarlayamaz.

    * * * *

    Dün yoktur, kaybolmuştur

    Bugün Atatürk vardır

    Yarın yine Atatürk var olacaktır

    Atatürk sonsuza kadar var olacaktır.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

    --------------------------------------------------

    ATATÜRK BARIŞ TARAFTARIYDI

    Atatürk barış taraftarıydı

    Savaş olsun istemezdi

    Bir ülkenin başka bir ülkenin

    Sınırını geçmesine tahammül edemezdi.

    * * * *

    İnsanların birbirine düşman edilip

    Savaştırılmalarına karşıydı

    Her millet kendi sınırları içinde

    Özgür ve bağımsız yaşamalıdır, derdi.

    * * * *

    Aradan 100 yıl geçti

    Dünya milletleri Atatürk'ü örnek almadı

    Zengin milletler daha zengin olmak için

    Fakir milletleri böldüler, parçaladılar

    Onlara silah sattılar, daha da zenginleştiler.

    * * * *

    Fakir milletler, beyinlerini saran

    Prangadan kurtulamadı

    Özgür olmak istemedi

    Kişisel düşünce özgürlüğü sağlanamadı

    Karanlığa boyun eğildi

    Işık önemsenmedi.

    * * * *

    Biz Atatürkçüyüz diyelim

    Atatürk'ü örnek alalım

    Atatürk'ü sevmeyenleri

    Atatürkçü olmaya davet edelim.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım 5-7-2021